mor'a dogru

MODERNiZM
Home
inisiyatik bilgi
bilgi ve vizyon
metafizik
fi'l ilahiyyat: metafizik
kendini bil
hakikat nedir
bilgelik
bireysellik
PERSPEKTiF-METiNLER
tradisyon:1.gelenek üstüne
tradisyon:2.gelenegi anlamak
tradisyon:3.gelenege karsi adet
hermetizm
hermescilik hakkinda
dini SINIRLARI asmak
MODERNiZM
modern bilim ve insanin düsüsü
modernizm ve islam
cagin ruhu
cagdas dunyada kutsal
KOZMiK UYUM UYGULAMALARI
nefisini bilen rabbini bilir...
rüya ve gerçek
kozmik uyum:1.mistisizm
iman ve ibadet
yoga
halidi hikmet
SiSTEMiN SESLENiSi
tanridan Allah'a...
hakikat yolculari
1:mevlana
2:muhyiddin ibn arabi
iSARETLER
isaretler:sayilar alemi
1:ebced hesabi
ezoterik ögretiler
1:ezoterizmi anlamak
guncel:1
KADiM DOGU
1:budizmin dogasi ve ogretileri
kadim dogu:2 hint tradisyonu
1:taoizm
2:yoga
bhagavat-gita
kadim dogu:3 islam tasavvufu
tasavvuf nedir?
tasavvufta varolus mertebeleri...
2:tasavvufi kavramlar a: irsad-mürsid

Gerçek, kendini ortaya koyma olgusundan başka bir şey değildir; kendini ortaya koymak kendini keşfetmeyi, kendine yabancı olan her şeyden kurtulmayı, her tür otoriteyi, son noktasına kadar soyutlamayı ya da yıkmayı, saflığa yeniden ulaşmayı gerektirir     Stirner

bvhfg.jpg

MODERNİZM

Günümüzde Dinin çöküşü seküler alanın dışındaki bir alanla sınırlı olan bir hadise değilidr. Bu olay, insanın ve doğanın mahiyetine ilişkin bakış açısında meydana gelen kökten değişimin bir parçasıdır. İnsanoğlunun Din -veya daha geniş bir çerçevede Gelenek- içinde yaşadığı her devirde suistimaller, hurafeler, anlayışsızlıklar, karşı çıkışlar ve günahlar olmuştur; lakin hiçbir zaman cennet ve cehennemin gerçekliği sorgulanmamış, Allah alemin kendisiyle açıklandığı basit bir varsayım olarak görülmemiş ve şeytan da modası geçmiş bir façon de parler olarak telakki edilmemiştir. Bu devirlerde dünyevi hiyerarşi, biçimini ve ispatını kendisinden aldığı semavi hiyerarşinin bir yansıması olarak kabul edilmiştir. Sorular sorulduğu zaman cevap için insanın dehasını değil geleneğin otoritesine başvurulmuştur. Bunun zıddı bir bakış açısının ortaya çıkışı ancak yakın zamanlara rastlar. Bu bakış açısını en yalın bir biçimde profan (din-dışı) perspektif olarak adlandırabiliriz. Bu bakış açısı anti-geleneksel, ilerici, hümanist, akılcı, materyalist, deneyci, ferdiyetçi, eşitlikçi, serbest düşünceci ve aşırı duygusal bir bakış açısıdır. Böyle bir bakış açısı şu ya da bu biçimde her zaman varolmuştur; yeni olan onun şimdilerde dünya çapına yayılmış ve hemen tüm beşeri hayat ve düşünce alanlarını kaplamış hakimiyetidir.

Bu oldukça karmaşık ve kapsamlı durumun uygun bir resmini çizebilmek için onun diğer birçok veçhesini gözönüne almak gerekecektir. Bunların arasında örneğin bilimselci tutumun insanı onun kendi kaderinin tayin edicisi olduğuna nasıl inandırdığı veya sanayinin esas temeli olarak doğal ve insan için zorunlu olan çalışma türünü nasıl yokettiği; ya da bilimsel görüşü benimseyen dünyevi (profan; din-dışı) bir felsefenin soruların en kritiği olan 'Ben neyim' sorusuna -bu sorunun cevabı beyinde değildir; çünkü göz kendini göremez- cevap bulabilmek amacıyla nasıl zihinleri karıştırdığı; veya saf sembolik bir mahiyete sahipken salt estetik bir biçime bürünen sanatın nasıl zamanın aynası olduğu; ya da edebiyat, eğlence ve reklamın insan tabiatını değiştirmede nasıl rol oynadığı gibi sorular ve benzerleri hep aynı resmin birer parçaları olduğu için onun dini yönüyle alakasız değildirler. Fakat biz burada şimdilik çeşitli sekülarist ve materyalist kılıflar altında Dine yapılan saldırılara veya dikkatleri Dinden başka tarafa çevirmek üzere yapılan faaliyetlere ya da evvela onun güç kaynaklarını yokedip sonra da karşısana anlamlı anlamsız taklitler diken çabalara değinmek durumunda değiliz.

Profan bakış açısı Din alanında duyular yoluyla doğrudan ispat edilemeyecek ve kitlelerin kolay anlayamayacağı pek çok iddia ortaya atmıştır; bu iddialar genellikle doğası gereği gerçekten temel entellektüel unsurlardır. Bunun neticesinde şu ya da bu derecede üçüncü unsuruna yani ahlaki yönüne indirgenmiş bir Dinin giderek yayılmasına ve entellektüel öğelerin yönlendirici etkisinin zayıflatılmasıyla herşeyin, bakış açısı bu dünyadaki eşyayla sınırlı olan ve bu yüzden düşmanlarının saldırılarına karşı savunmasız bir durumda bulunan salt duygusal bir hümanizme hızla kaymasına şahit olunmaktadır. Bu Dinin gizemi yoktur, zira asli unsurların çoğunu ifşa etmektedir; böylece onda insandan üstün birşey kalmamaktadır. Kısa süre sonra kurtuluştan ziyade mutluluk en yüksek, iyi ve nihai hedef ve cehennem azabından ziyade acı, en büyük kötülük ve nihai korku haline gelmektedir.

Dolayısıyla böyle sulandırılmış bir Dinin ne kitlelerin içgüdüsel ihtiyaçlarına cevap verme ne de zaafını idrak etmekle beraber beşeri noksanlığın hep aynı kalan hakikatı hiçbir şekilde etkileme gücü olmadığını göremeyen pek çok zihnin ihtiyaçlarını karşılayabilme imkanı olabilir. Hep kendi kendisiyle aynı kalan Hakikat bize salt beşeri bir buluşla değil zorunlu olarak beşer üstü bir Vahiy kanalıyla ulaşır. Hiç şüphesiz biz ilk Vahyin güç ve saflığına çok uzağız. Bizi ona bağlayan Gelenek zinciri büyük oranda yıpranmıştır; fakat kopana kadar yenilenmesi daima mümkündür. Din büyük oranda duygusallaştırılmış, beşerileştirilmiş, saptırılmış ve hatta çarpıtılmıştır; zaman zaman da profan ideolojilerle aynı amaç için yani refahı arttırmak için yarışan bir çeşit idealizm veya ideolojiye indirgenmiştir.

Bu dinde Allah'ın hakimiyetinin sağlanması hemen hemen refah devletinin ideallerinin gerçekleştirilmesi olarak görülür. Ne var ki bu ideallerin hiçbiri kendisinin ötesine dönük olan insanoğlunun doğal yönelimini yani onun medeniyetinde doğrudan pratik olarak genelde Gelenek ve özelde hiyerarşik olarak üstün olanı temsil edene yönelik olan bağını uzun süre muhafaza edemez. Bazan kendisinden bile gizlenen insanın gizli özlemi Allah'a kulluktur. Bu nedenle bu hasreti giderecek imkanı bulamadığı zaman -çevresindeki insanlar onu değil de başka birşeyi yapmayı dolaylı bir şekilde bile olsa tavsiye ettiklerinde bundan rahatsız olur- sadakat ve gayesini yitirir. Komünizm ve diğer tahripkar hareketler çok iyi bilirler ki bir Din refah idealleriyle özdeşleştirildiği zaman raison d'etre'sini yitirir ve onların insafına terkedilmiş olur. Durum öyle bir hal almış ki artık Dinin amacının refah değil, kurtuluş olduğunu ve 'insan tabiatına' veya 'geleceğe inanmanın' Allah inancıyla bir ilişkisi olmadığını belirmek zarureti hasıl olmuştur. Eğer insan yaşamının gerçek amacı kurtuluşu elde etmekse o vakit sadece yaşam standardının yükseltilmesinin -ve tabii bu arada Allah'a imanın yitirilmesinin- bu amacın gerçekleştirilmesinde ne katkısı olabilir?

Sanki dünya, insanı, herşeyden önce Vahyin devamlılığını sağladığı için Dinin aracı olan Geleneğin saf dışı bırakılmasıyla Allah'tan uzaklaştıran dev bir tuzağın kurulduğu bir sahnedir. Bu tuzak şeytan kadar gerçektir. Bu hedefe ulaşmada ilerleme veya ilerlemeci evrim fikrinin propagandası bugüne kadar hep merkezi bir yer işgal edilmiştir. Bu fikrin Din anlayışına göre Din otomatik olarak ilerleme gösterir ve giderek zamanla daha iyi ve daha saf hale gelir; bu nedenle modernleşmiş bir Din eski bir dinin gelişmiş bir şekli olarak kabul edilir. Bu anlayış, ilk vahyin mükemmellik ve yeterlilik mefhumuna ve insanın onun mükemmelliğini zamanın ilerleyişine karşı mümkün olduğunca muhafazası profan ya da başka bir isimle söylersek modernistik dünya görüşüne uygun değildir. Dini modernistik anlayışa (bu ister bilimsel kılıfta ister başka kılıkta olsun) uydurma girişimleri hep kaçınılmaz olarak Dinin sulandırılmasıyla neticelenir. Bu girişimlerde Kutsal Kitap'ta yeni anlayışa uymayan herşey ya reddedilir ya da görmezden gelinir, veya bazan onların yerine gelecekte bir yeryüzü cenneti düşleyen ve cehennemi ilga eder 'refah İncili' türünden şeyler ikame edilir. Ancak bugün yaşıyor diye insanların modernistik dünya görüşünü benimseleri zorunluluğu yoktur. Yaşamın tüm safhalarında geleneksel bir anlayışı muhfaza etmek hemen hemen imkansız olsa da onu Dinde korumak hala mümkündür ve hatta zorunludur. İşte bu sebepten dolayı Dini bugünlerde sakıncalı bile olsa seküler alanın dışında kendine özgü bir alanda muhafaza etmek gerekir. Bu sakıncanın kaynağı profan bakış açısının en saf tezahürleri de dahil Dinle ilişkisi olmayan hiçbir şeyin varolmadığı gerçeğidir; çünkü Allah ile alakası olmayan hiçbir şey yoktur; zira herşey ya O'nu kabul ya da inkar etmektir. Binaenaleyh, Dinden tamamen bağımsız birşey düşünmek onun en asli ilişkilerini gözden kaçırmak olur; bu da onu eşyalar şemasına doğru bir şekilde yerleştirmeyi imkansız kılar. Yine de bu ikisinden birinin kaçınılmaz olduğu zamanımızda Dini tamamen reddetmekten daha az kötüdür.

İlerlemeci evrim nosyonunun propagandasının yapılması maddecilik başlığı altında sınıflandırılabilecek pek çok saldırı yönlerinden sadece biridir. Allah düşmanları için dikkatleri imandan dünyanın potansiyel ve fiili atraksiyonlarına çevirmek amacıyla materyalizm yoluyla dini inancın ayağını kaydırmak yeterli değildir. Dünyevi şeylerin cazibesi kısa sürer; şaytan iyi bilir ki onların cazibesi uzun sürmez ve bu yüzden cazibe yemini sık sık değiştirir. Maddecilik, görevini ekseriyetle tamamladığı ve gittikçe yetersiz geldiği için sorgulanmaya başlandığı zaman insanların zihinleri yeniden Dine yönelmeye başlar. Fakat o zaman çoğu, Dinin ne olduğunu unutmuş bir halde olup çeverisnden de hiçbir yardım alamaz. Birçoğu hiç şüphesiz ortodoksiye döner, ama daha fazlası gittikçe ortodoks Dinin yerini almaya başlayan sayısız sahte dini hareket, fırka ve inanca döner. Bunların birçoğunda Dinin hiç değilse bazı dışsal nitelikleri muhafaza edilirken bazılarında içsel veya batıni olarak kabul edilen nitelikler az ya da çok taklididir. Bazıları 'fırka'dır; şu anlamda ki bunlar görünüşte hala ana Dinlerine bağlıdırlar. Pratik olarak bunların bütün mensupları genelde aldatılmışlardır -bu da durumun vehametidir- fakat aynı şey kurucular ve önderler için her zaman söylenemez. Her halükarda hatalı samimiyetle hileden daha zor başedilebilir. Bu hareketlerin sayısı ve çeşitliliği herhangi bir kılavuz-ilkenin yokluğunu yeterince göstermektedir.

Bu sahte dini hareket, fırka ve inançlar Dinin en tehlikeli hasımlarıdır; çünkü bunlar Dinden doğan boşluğu asıl gayeye ulaştırmadan doldurabilirler. Ortodoks olduklarını ya da ilham aldıklarını iddia etseler de bunlar gelenek olmayıp bid'at olduklarından hiçbir zaman rahmet vasıtası olamazlar; tam tersine en iyi ihtimalle ancak tümüyle etkisiz kalabilirler ve en kötüsü de bunların ölümsüz ruha verdikleri zararın -onların bedene ve zihne verdikleri zarar da küçümsenemez elbette- haddi hesabı yoktur.

Dinin ihmali veya inkarı bir şeydir, onun saptırılıp çarpıtılması başka şeydir. İlki en azından açık olup çok manaya gelmez; bu nedenle de ruhu boş bırakır. İkincisi ise kurnazca olup kafa karıştırıcıdır; bu yüzden de ruhu zehirle doldurur. Buna karşı ortodoks bir Dine samimiyetle ve taviz vermeden bağlanmaktan başka bir gerçek savunma yolu yoktur. Binaenaleyh aslolan ortodoks Dinin en azından prensipte ne olduğunu öğrenmektir. Bunu yaptıktan sonra ortodoks olduklarını öne süren sahte dinlerin çelişkili iddilarını ayıklamak gereksizdir; zira bunların ortodoksluğu, sadece sayıca çok ve çeşitli oldukları için değil fakat aynı zamanda nevzuhur oldukları için de şüphelidir.

Bunların tehlikelerini küçümsemek mümkün değildir. dünya korkuya saplanmıştır; fakat bu korku genelde bedene zarar veren şeylerin korkusudur; ruhu önce saptırıp sonra da mahveden şeyler pek kaale alınmaz. Bu iki korku nesnesinin karşılaştırılması bile yapılamaz; zira cennet ve cehennem bu görüngüler dünyasından çok daha gerçektir ve insanoğlu nefsinden başka hiçbir nefsi kurtaramaz.

Dindar insanlar hususen ehli takva; zaman zaman başkalarına iyilik yapmayı bırakıp sırf kendileriyle ilgilendikleri şeklinde bir suçlamayla -sanki bunlar bencilce veya Hıristiyan yardımseverliğine aykırı şeyler yapıyormuş gibi- karşı karşıya kalmaktadır. Bundan daha abes birşey olamaz. Hıristiyanlık gerçekten dünyevi refahı kurtuluşun üzerine mi koymuştur? Ayrıca kurtuluş yolunu bilmeyen birisi başkasına kurtuluş yolunu gösterebilir mi veya hatta ona engel olmaktan içtinab edebilir mi? Kısacası, iyi olan birisi yaptığı herşeyi iyi yapmadan edemez ve kötü olan birisi de yaptığı şeyleri iyi yapma ümidi taşıyamaz. Hayırseverlik bilinciyle yapılsın veya yapılmasın her fiilin neticesi failin 'niyetine' yani ruhun istikametine bağlıdır. Eğer niyet halis ise doğal ve önemsiz bir fiil (örneğin bir bardak soğuk su vermek gibi) bile iyi olur; yok eğer niyet habis ise görünüşte iyi olan bir eylem bile kötüye döner. Bu yüzden en hayırsever eylem -ki bu olmasa başka hiçbir eylem hayırsever olamaz- failin sorumlu olduğu kendi nefsini kurtarmaya yönelik olan eylemdir. Fakat daha önemli birşey vardır; o da her manevi eylemin insanlık adına yapıldığıdır, zira böylece o, insanın yaratılış amacının gerçekleştirilmesine -bu amaç dünyanın Allah ile olan bağını muhafaza etmek ve onu Allah'a iade etmektir- katkıda bulunur. İnsan ancak manevi eylemde bulunurken tamamen insan olur; ve bu eylem olmaksızın yapılan herşey beyhudedir.

Bu hayat başlı başına bir gaye değildir. Onu ne onun zevki ne de uzunluğu meşru kılar; o, ancak ruhu arındırıp tekamül ettirerek onu Allah ile buluşmaya hazır hale getirmekle meşruiyet kazanır. Hayattaki en kesin şey ölümdür; hatta denilebilir ki yaşamın tek gerçek yönü ölümdür; zira dünyevi görüngülerin gerçekliği kendilere ait değildir. Ölüm, beden perdesinin kalktığı ve arkasındaki gerçekliğin göründüğü andır; insan bu gerçeklikle bir cam arakısndan yani 'karanlıkta' değil 'yüzyüze' karşılaşır (I Cor. xiii. 12). Ölümün müthiş hakikatı ve anlamı bu nesil tarafından yitirilmiş görünmektedir. Bu nesil, aslolanın ölüm gerçeği veya ölüm zamanı değil de ruhun onun karşılanmaya hazır oluşu olduğunu unutmuştur.

Buraya kadar söylenen herşey kabul edilse dahi onun özel bir duruma -örneğin kişinin kendi durumuna- nasıl tatbik edileceği hususunda şüphe varolmaya devam edecektir. Ortodoks olduğunu öne süren kaynakların sunduğu kılavuz şu ya da bu sebeple genelde ya çelişkilidir, ya da pek açık olmayıp tatminkar değildir. Başka kaynakların teklif ettiği kılavuz daha da çelişkili olup otorite benzeri birşeyden bile yoksundur. Herkes için uygun olan basit bir prensip sunarak şüphe ve kaygılara bir son verilseydi ne kadar hoş olurdu! Lakin özel durumlara uygulanacak şeylerden sözkonusu kişinin nitelik ve durumu gözönüne alınmaksızın bahsedilemez; bu yüzden şu anda söylenebilecek herşey çok genel olacaktır. Fakat bir yargı için önemli olan onun genel veya özel olması değil, onun doğru olup olmadığıdır; bu nedenle genel eseası itibariyle hakikat kavranmadan yapılacak muayyen hareketler doğru temele oturmayacaktır. Dolayısıyla sonuçta herkes kendine uygun olan tatbikatı bulmalıdır; fakat eğer kişi neyi aradığını bilirse araştırması o derece netice verici olur. Eğer o, yeni birşeyin peşindeyse o zaman yapılacak ilk iş onun aradığı şeye zaten sahip olup olmadığını açıklığa kavuşturmak olacaktır. Fakat buna sahip olmadığından eminse o vakit aradığı şeyin kendisine en yakın uygulanabilir yaklaşıp olup olmadığını veya başka yerlerden ziyade bu aradığı şey kişinin bulunduğu yerde keşfedilip edilemeyeceğini bilmelidir.

Allah, O'nun hidayetini tevazu, samimiyet, sabır ve güvenle arayan kişiyi reddetmez. O, yanlış olanı daha iyi anlamamız için zaman zaman bizim yoldan çıkmamıza ya da gerçek niyetimizi denemek üzere bizim zihnimizin bir süre için karışmasına izin verebilir. Zafer son ana kadar gelmeyebilir; o hiç ummadık bir anda gelebilir. Allah bu zamanda herşeyin ne kadar zor olduğunu çok iyi bilmekte ve 'nefse taşıyabileceğinin üzerinde yük yüklememiştir' (Kur'an-ı Kerim, II.286) (demektedir).

Lord Nortbourne
Türkçesi

Şahabeddin Yalçın


 

Yukarıdaki yazı Lord Nortbourne, "Modern Dünyada Din" İnsan Yayınları İstanbul 1995'den dipnotlar atlanılarak alıntılanmıştır.