MODERNİZM
Günümüzde Dinin çöküşü
seküler alanın dışındaki bir alanla sınırlı olan bir hadise değilidr. Bu olay, insanın
ve doğanın mahiyetine ilişkin bakış açısında meydana gelen kökten değişimin bir
parçasıdır. İnsanoğlunun Din -veya daha geniş bir çerçevede Gelenek- içinde yaşadığı
her devirde suistimaller, hurafeler, anlayışsızlıklar, karşı çıkışlar ve günahlar
olmuştur; lakin hiçbir zaman cennet ve cehennemin gerçekliği sorgulanmamış, Allah alemin kendisiyle açıklandığı
basit bir varsayım olarak görülmemiş ve şeytan da modası geçmiş bir façon de parler olarak telakki
edilmemiştir. Bu devirlerde dünyevi hiyerarşi, biçimini ve ispatını kendisinden aldığı
semavi hiyerarşinin bir yansıması olarak kabul edilmiştir. Sorular sorulduğu zaman cevap için insanın
dehasını değil geleneğin otoritesine başvurulmuştur. Bunun zıddı bir bakış
açısının ortaya çıkışı ancak yakın zamanlara rastlar. Bu bakış açısını
en yalın bir biçimde profan (din-dışı) perspektif olarak adlandırabiliriz. Bu bakış açısı
anti-geleneksel, ilerici, hümanist, akılcı, materyalist, deneyci, ferdiyetçi, eşitlikçi, serbest düşünceci
ve aşırı duygusal bir bakış açısıdır. Böyle bir bakış açısı şu
ya da bu biçimde her zaman varolmuştur; yeni olan onun şimdilerde dünya çapına yayılmış ve hemen
tüm beşeri hayat ve düşünce alanlarını kaplamış hakimiyetidir.
Bu oldukça karmaşık ve kapsamlı durumun uygun bir resmini
çizebilmek için onun diğer birçok veçhesini gözönüne almak gerekecektir. Bunların arasında örneğin bilimselci
tutumun insanı onun kendi kaderinin tayin edicisi olduğuna nasıl inandırdığı veya sanayinin
esas temeli olarak doğal ve insan için zorunlu olan çalışma türünü nasıl yokettiği; ya da bilimsel
görüşü benimseyen dünyevi (profan; din-dışı) bir felsefenin soruların en kritiği olan 'Ben neyim'
sorusuna -bu sorunun cevabı beyinde değildir; çünkü göz kendini göremez- cevap bulabilmek amacıyla nasıl
zihinleri karıştırdığı; veya saf sembolik bir mahiyete sahipken salt estetik bir biçime bürünen
sanatın nasıl zamanın aynası olduğu; ya da edebiyat, eğlence ve reklamın insan tabiatını
değiştirmede nasıl rol oynadığı gibi sorular ve benzerleri hep aynı resmin birer parçaları
olduğu için onun dini yönüyle alakasız değildirler. Fakat biz burada şimdilik çeşitli sekülarist
ve materyalist kılıflar altında Dine yapılan saldırılara veya dikkatleri Dinden başka tarafa
çevirmek üzere yapılan faaliyetlere ya da evvela onun güç kaynaklarını yokedip sonra da karşısana
anlamlı anlamsız taklitler diken çabalara değinmek durumunda değiliz.
Profan bakış açısı Din alanında duyular yoluyla
doğrudan ispat edilemeyecek ve kitlelerin kolay anlayamayacağı pek çok iddia ortaya atmıştır;
bu iddialar genellikle doğası gereği gerçekten temel entellektüel unsurlardır. Bunun neticesinde şu
ya da bu derecede üçüncü unsuruna yani ahlaki yönüne indirgenmiş bir Dinin giderek yayılmasına ve entellektüel
öğelerin yönlendirici etkisinin zayıflatılmasıyla herşeyin, bakış açısı bu dünyadaki
eşyayla sınırlı olan ve bu yüzden düşmanlarının saldırılarına karşı
savunmasız bir durumda bulunan salt duygusal bir hümanizme hızla kaymasına şahit olunmaktadır. Bu
Dinin gizemi yoktur, zira asli unsurların çoğunu ifşa etmektedir; böylece onda insandan üstün birşey kalmamaktadır.
Kısa süre sonra kurtuluştan ziyade mutluluk en yüksek, iyi ve nihai hedef ve cehennem azabından ziyade acı,
en büyük kötülük ve nihai korku haline gelmektedir.
Dolayısıyla böyle sulandırılmış bir
Dinin ne kitlelerin içgüdüsel ihtiyaçlarına cevap verme ne de zaafını idrak etmekle beraber beşeri noksanlığın
hep aynı kalan hakikatı hiçbir şekilde etkileme gücü olmadığını göremeyen pek çok zihnin
ihtiyaçlarını karşılayabilme imkanı olabilir. Hep kendi kendisiyle aynı kalan Hakikat bize salt
beşeri bir buluşla değil zorunlu olarak beşer üstü bir Vahiy kanalıyla ulaşır. Hiç şüphesiz
biz ilk Vahyin güç ve saflığına çok uzağız. Bizi ona bağlayan Gelenek zinciri büyük oranda yıpranmıştır;
fakat kopana kadar yenilenmesi daima mümkündür. Din büyük oranda duygusallaştırılmış, beşerileştirilmiş,
saptırılmış ve hatta çarpıtılmıştır; zaman zaman da profan ideolojilerle aynı
amaç için yani refahı arttırmak için yarışan bir çeşit idealizm veya ideolojiye indirgenmiştir.
Bu dinde Allah'ın hakimiyetinin sağlanması hemen hemen
refah devletinin ideallerinin gerçekleştirilmesi olarak görülür. Ne var ki bu ideallerin hiçbiri kendisinin ötesine dönük
olan insanoğlunun doğal yönelimini yani onun medeniyetinde doğrudan pratik olarak genelde Gelenek ve özelde
hiyerarşik olarak üstün olanı temsil edene yönelik olan bağını uzun süre muhafaza edemez. Bazan kendisinden
bile gizlenen insanın gizli özlemi Allah'a kulluktur. Bu nedenle bu hasreti giderecek imkanı bulamadığı
zaman -çevresindeki insanlar onu değil de başka birşeyi yapmayı dolaylı bir şekilde bile olsa
tavsiye ettiklerinde bundan rahatsız olur- sadakat ve gayesini yitirir. Komünizm ve diğer tahripkar hareketler çok
iyi bilirler ki bir Din refah idealleriyle özdeşleştirildiği zaman raison d'etre'sini yitirir ve onların
insafına terkedilmiş olur. Durum öyle bir hal almış ki artık Dinin amacının refah değil,
kurtuluş olduğunu ve 'insan tabiatına' veya 'geleceğe inanmanın' Allah inancıyla bir ilişkisi
olmadığını belirmek zarureti hasıl olmuştur. Eğer insan yaşamının gerçek
amacı kurtuluşu elde etmekse o vakit sadece yaşam standardının yükseltilmesinin -ve tabii bu arada
Allah'a imanın yitirilmesinin- bu amacın gerçekleştirilmesinde ne katkısı olabilir?
Sanki dünya, insanı, herşeyden önce Vahyin devamlılığını
sağladığı için Dinin aracı olan Geleneğin saf dışı bırakılmasıyla
Allah'tan uzaklaştıran dev bir tuzağın kurulduğu bir sahnedir. Bu tuzak şeytan kadar gerçektir.
Bu hedefe ulaşmada ilerleme veya ilerlemeci evrim fikrinin propagandası bugüne kadar hep merkezi bir yer işgal
edilmiştir. Bu fikrin Din anlayışına göre Din otomatik olarak ilerleme gösterir ve giderek zamanla daha
iyi ve daha saf hale gelir; bu nedenle modernleşmiş bir Din eski bir dinin gelişmiş bir şekli olarak
kabul edilir. Bu anlayış, ilk vahyin mükemmellik ve yeterlilik mefhumuna ve insanın onun mükemmelliğini
zamanın ilerleyişine karşı mümkün olduğunca muhafazası profan ya da başka bir isimle söylersek
modernistik dünya görüşüne uygun değildir. Dini modernistik anlayışa (bu ister bilimsel kılıfta
ister başka kılıkta olsun) uydurma girişimleri hep kaçınılmaz olarak Dinin sulandırılmasıyla
neticelenir. Bu girişimlerde Kutsal Kitap'ta yeni anlayışa uymayan herşey ya reddedilir ya da görmezden
gelinir, veya bazan onların yerine gelecekte bir yeryüzü cenneti düşleyen ve cehennemi ilga eder 'refah İncili'
türünden şeyler ikame edilir. Ancak bugün yaşıyor diye insanların modernistik dünya görüşünü benimseleri
zorunluluğu yoktur. Yaşamın tüm safhalarında geleneksel bir anlayışı muhfaza etmek hemen
hemen imkansız olsa da onu Dinde korumak hala mümkündür ve hatta zorunludur. İşte bu sebepten dolayı Dini
bugünlerde sakıncalı bile olsa seküler alanın dışında kendine özgü bir alanda muhafaza etmek
gerekir. Bu sakıncanın kaynağı profan bakış açısının en saf tezahürleri de dahil
Dinle ilişkisi olmayan hiçbir şeyin varolmadığı gerçeğidir; çünkü Allah ile alakası olmayan
hiçbir şey yoktur; zira herşey ya O'nu kabul ya da inkar etmektir. Binaenaleyh, Dinden tamamen bağımsız
birşey düşünmek onun en asli ilişkilerini gözden kaçırmak olur; bu da onu eşyalar şemasına
doğru bir şekilde yerleştirmeyi imkansız kılar. Yine de bu ikisinden birinin kaçınılmaz
olduğu zamanımızda Dini tamamen reddetmekten daha az kötüdür.
İlerlemeci evrim nosyonunun propagandasının yapılması
maddecilik başlığı altında sınıflandırılabilecek pek çok saldırı yönlerinden
sadece biridir. Allah düşmanları için dikkatleri imandan dünyanın potansiyel ve fiili atraksiyonlarına
çevirmek amacıyla materyalizm yoluyla dini inancın ayağını kaydırmak yeterli değildir.
Dünyevi şeylerin cazibesi kısa sürer; şaytan iyi bilir ki onların cazibesi uzun sürmez ve bu yüzden cazibe
yemini sık sık değiştirir. Maddecilik, görevini ekseriyetle tamamladığı ve gittikçe yetersiz
geldiği için sorgulanmaya başlandığı zaman insanların zihinleri yeniden Dine yönelmeye başlar.
Fakat o zaman çoğu, Dinin ne olduğunu unutmuş bir halde olup çeverisnden de hiçbir yardım alamaz. Birçoğu
hiç şüphesiz ortodoksiye döner, ama daha fazlası gittikçe ortodoks Dinin yerini almaya başlayan sayısız
sahte dini hareket, fırka ve inanca döner. Bunların birçoğunda Dinin hiç değilse bazı dışsal
nitelikleri muhafaza edilirken bazılarında içsel veya batıni olarak kabul edilen nitelikler az ya da çok taklididir.
Bazıları 'fırka'dır; şu anlamda ki bunlar görünüşte hala ana Dinlerine bağlıdırlar.
Pratik olarak bunların bütün mensupları genelde aldatılmışlardır -bu da durumun vehametidir-
fakat aynı şey kurucular ve önderler için her zaman söylenemez. Her halükarda hatalı samimiyetle hileden daha
zor başedilebilir. Bu hareketlerin sayısı ve çeşitliliği herhangi bir kılavuz-ilkenin yokluğunu
yeterince göstermektedir.
Bu sahte dini hareket, fırka ve inançlar Dinin en tehlikeli hasımlarıdır;
çünkü bunlar Dinden doğan boşluğu asıl gayeye ulaştırmadan doldurabilirler. Ortodoks olduklarını
ya da ilham aldıklarını iddia etseler de bunlar gelenek olmayıp bid'at olduklarından hiçbir zaman
rahmet vasıtası olamazlar; tam tersine en iyi ihtimalle ancak tümüyle etkisiz kalabilirler ve en kötüsü de bunların
ölümsüz ruha verdikleri zararın -onların bedene ve zihne verdikleri zarar da küçümsenemez elbette- haddi hesabı
yoktur.
Dinin ihmali veya inkarı bir şeydir, onun saptırılıp
çarpıtılması başka şeydir. İlki en azından açık olup çok manaya gelmez; bu nedenle
de ruhu boş bırakır. İkincisi ise kurnazca olup kafa karıştırıcıdır; bu
yüzden de ruhu zehirle doldurur. Buna karşı ortodoks bir Dine samimiyetle ve taviz vermeden bağlanmaktan başka
bir gerçek savunma yolu yoktur. Binaenaleyh aslolan ortodoks Dinin en azından prensipte ne olduğunu öğrenmektir.
Bunu yaptıktan sonra ortodoks olduklarını öne süren sahte dinlerin çelişkili iddilarını ayıklamak
gereksizdir; zira bunların ortodoksluğu, sadece sayıca çok ve çeşitli oldukları için değil fakat
aynı zamanda nevzuhur oldukları için de şüphelidir.
Bunların tehlikelerini küçümsemek mümkün değildir. dünya
korkuya saplanmıştır; fakat bu korku genelde bedene zarar veren şeylerin korkusudur; ruhu önce saptırıp
sonra da mahveden şeyler pek kaale alınmaz. Bu iki korku nesnesinin karşılaştırılması
bile yapılamaz; zira cennet ve cehennem bu görüngüler dünyasından çok daha gerçektir ve insanoğlu nefsinden
başka hiçbir nefsi kurtaramaz.
Dindar insanlar hususen ehli takva; zaman zaman başkalarına
iyilik yapmayı bırakıp sırf kendileriyle ilgilendikleri şeklinde bir suçlamayla -sanki bunlar bencilce
veya Hıristiyan yardımseverliğine aykırı şeyler yapıyormuş gibi- karşı karşıya
kalmaktadır. Bundan daha abes birşey olamaz. Hıristiyanlık gerçekten dünyevi refahı kurtuluşun
üzerine mi koymuştur? Ayrıca kurtuluş yolunu bilmeyen birisi başkasına kurtuluş yolunu gösterebilir
mi veya hatta ona engel olmaktan içtinab edebilir mi? Kısacası, iyi olan birisi yaptığı herşeyi
iyi yapmadan edemez ve kötü olan birisi de yaptığı şeyleri iyi yapma ümidi taşıyamaz. Hayırseverlik
bilinciyle yapılsın veya yapılmasın her fiilin neticesi failin 'niyetine' yani ruhun istikametine bağlıdır.
Eğer niyet halis ise doğal ve önemsiz bir fiil (örneğin bir bardak soğuk su vermek gibi) bile iyi olur;
yok eğer niyet habis ise görünüşte iyi olan bir eylem bile kötüye döner. Bu yüzden en hayırsever eylem -ki
bu olmasa başka hiçbir eylem hayırsever olamaz- failin sorumlu olduğu kendi nefsini kurtarmaya yönelik olan
eylemdir. Fakat daha önemli birşey vardır; o da her manevi eylemin insanlık adına yapıldığıdır,
zira böylece o, insanın yaratılış amacının gerçekleştirilmesine -bu amaç dünyanın
Allah ile olan bağını muhafaza etmek ve onu Allah'a iade etmektir- katkıda bulunur. İnsan ancak manevi
eylemde bulunurken tamamen insan olur; ve bu eylem olmaksızın yapılan herşey beyhudedir.
Bu hayat başlı başına bir gaye değildir.
Onu ne onun zevki ne de uzunluğu meşru kılar; o, ancak ruhu arındırıp tekamül ettirerek onu
Allah ile buluşmaya hazır hale getirmekle meşruiyet kazanır. Hayattaki en kesin şey ölümdür; hatta
denilebilir ki yaşamın tek gerçek yönü ölümdür; zira dünyevi görüngülerin gerçekliği kendilere ait değildir.
Ölüm, beden perdesinin kalktığı ve arkasındaki gerçekliğin göründüğü andır; insan bu gerçeklikle
bir cam arakısndan yani 'karanlıkta' değil 'yüzyüze' karşılaşır (I Cor. xiii. 12). Ölümün
müthiş hakikatı ve anlamı bu nesil tarafından yitirilmiş görünmektedir. Bu nesil, aslolanın
ölüm gerçeği veya ölüm zamanı değil de ruhun onun karşılanmaya hazır oluşu olduğunu
unutmuştur.
Buraya kadar söylenen herşey kabul edilse dahi onun özel bir
duruma -örneğin kişinin kendi durumuna- nasıl tatbik edileceği hususunda şüphe varolmaya devam edecektir.
Ortodoks olduğunu öne süren kaynakların sunduğu kılavuz şu ya da bu sebeple genelde ya çelişkilidir,
ya da pek açık olmayıp tatminkar değildir. Başka kaynakların teklif ettiği kılavuz daha
da çelişkili olup otorite benzeri birşeyden bile yoksundur. Herkes için uygun olan basit bir prensip sunarak şüphe
ve kaygılara bir son verilseydi ne kadar hoş olurdu! Lakin özel durumlara uygulanacak şeylerden sözkonusu kişinin
nitelik ve durumu gözönüne alınmaksızın bahsedilemez; bu yüzden şu anda söylenebilecek herşey çok
genel olacaktır. Fakat bir yargı için önemli olan onun genel veya özel olması değil, onun doğru olup
olmadığıdır; bu nedenle genel eseası itibariyle hakikat kavranmadan yapılacak muayyen hareketler
doğru temele oturmayacaktır. Dolayısıyla sonuçta herkes kendine uygun olan tatbikatı bulmalıdır;
fakat eğer kişi neyi aradığını bilirse araştırması o derece netice verici olur.
Eğer o, yeni birşeyin peşindeyse o zaman yapılacak ilk iş onun aradığı şeye zaten
sahip olup olmadığını açıklığa kavuşturmak olacaktır. Fakat buna sahip olmadığından
eminse o vakit aradığı şeyin kendisine en yakın uygulanabilir yaklaşıp olup olmadığını
veya başka yerlerden ziyade bu aradığı şey kişinin bulunduğu yerde keşfedilip edilemeyeceğini
bilmelidir.
Allah, O'nun hidayetini tevazu, samimiyet, sabır ve güvenle arayan
kişiyi reddetmez. O, yanlış olanı daha iyi anlamamız için zaman zaman bizim yoldan çıkmamıza
ya da gerçek niyetimizi denemek üzere bizim zihnimizin bir süre için karışmasına izin verebilir. Zafer son
ana kadar gelmeyebilir; o hiç ummadık bir anda gelebilir. Allah bu zamanda herşeyin ne kadar zor olduğunu çok
iyi bilmekte ve 'nefse taşıyabileceğinin üzerinde yük yüklememiştir' (Kur'an-ı Kerim, II.286) (demektedir).
Lord Nortbourne
Türkçesi
Şahabeddin Yalçın
Yukarıdaki
yazı Lord Nortbourne, "Modern Dünyada Din" İnsan Yayınları İstanbul 1995'den dipnotlar atlanılarak
alıntılanmıştır.