YOL YANGINLARI
1.
Yanmak cehennemim kendi gerçekliğidir. Azap ateşi yanmakla başlar rahmetle biter,
rahmet pınarı yanmakla çıkar membaından yanmakla akar mecraında.
Yol yanmanın kavramsal imgesidir.
“Dünyanız cehennemin içindedir” diyen dil risalet tebliğini yaparken cehennemin
bu kendi gerçekliğinde bireyin ‘benliğine dönük sahiplenişlerini
de’ içinde saklamaktadır, aksi halde (sizin) dünyanız değil dünya cehennemdedir demez miydi? Seküler
manada sarıldığın her şey bir kor parçası olarak bu
gerçekliğin yapıtaşlarından ibarettir ve acı gerçekliğin hissedişinden arınmak için
tek çare egonun iradeye dönük sahiplenişlerini terk edip yüzünü hanif olarak iradenin esas sahibi olan Allah’a
çevirmektir. O zahir ve batınken yüzün zaten hep O’na dönük değil mi ki uyarılıyorsun, seküler olsun
uhrevi olsun tüm dönüşler O’na değil mi? Dönüşünüz yalnızca Allah’adır uyarısına
dikkat etmeli ama mesele yüzünü O’na çevirmekte mi yoksa bu çevirişte hanif olup olmamakta mı?
Dikkat edilirse haniflik uyarısı yüzünü çevirip çevirmeme seçiminden yoksun olan insan
için hakikat perspektifini barındıran bir çerçeveye dahil olma gayesi taşıyan tek metodun işaretidir.
O’na giden yollar nefisler adedincedir ancak selametle varış muhakkak hakikatin ardındadır ki inna lillahi ve inna ileyhi raciun ifadesinin ardındaki prensip zaten tüm yolları
O’nun hudutlarına dahil eder. Yolu uzattıkça gerçekliğin perdelenişi yangının başlamasından
başka bir anlam ifade etmez. Rahmet kadar azap, cennet kadar cehennem de haktır çünkü.
Her yangın hakikati kuşatan yalanın bir kabuğunu daha yakarak yananın
öze bakışına (mikrokozmik araştırmasına) vesile olduğu için rahmettir aynı cehennemin
afaki oluşu gibi. Bu durumda arınma ile varılmak istenen noktaya kozmik bir itiş ile (ya da çekim ile)
bilinçten bağımsız ulaşılabileceği gibi bireysel çaba ile de ulaşılabileceğinin
mümkün olduğuna bir işaret vardır; başta Taoizm ve Budizm olmak üzere Doğunun kadim tradisyonlarında
bu çabanın adı soğan oyunudur: Birey tefekkür ile özünü saran sert kabukları çıkarır sonra soya
soya incelmiş, varlığı fark edilmeyen ince kabuklarından arınır ve nihayet sadece soğanın
tüm olabilirlik ihtimallerini kendinde kuvve halinde barındıran öze ulaşır. Keşfettiği bu öz
tüm varoluşu kendinde makro ve mikro planda barındıran sonsuzluktan öte bir şey değildir. Şu
halde soğanı soyanın gözyaşları rahmetten başka ne olabilir?
2.
İnsanın kendi özüne olan bu seyri, bu yolculuğu rahmete açıksa muhakkak ki
Rahman’a da açıktır: Bela tünelinde ciğerine düşen ateş, yanana ışığa doğru
koşması için umudu içinde saklayan gerçek bir motivasyon kaynağıdır. Rahman’la karanlığı
duyumsar, O’nunla karanlıktan korkar, O’nunla ışığa susar. Bu yanış, bu arayış
öylesine bir rahmettir ki karanlıktan aydınlığa uzanan terazinin bir ucundan korkarak ümitle açılan
diğer ucuna koşar, onun ateşiyle gerçeğin acımasız dişlilerinden hakikatin sistemsel merhametine
sığınır aczini duyumsayarak. Bu sığınış hiçliğin zirvesine de bir yöneliştir:
Rahman umulur ki aczini duyanın sığınışını makbul görür de Ahadiyet’inde onu
hiçliğe gark eder.
Şu halde özünde ışıktan gayrısı hiçtir yananın, hiçliğin
gölgesinde oyalanmaktır ötesi, mahrumiyetiyle karanlığa gark oluştur ışıktan: O “ışık
olsun” dediği için kabuklanmıştır soğan ve yine soyulmuştur yalandan. Işığı
kesen perdeler mani oldukça seyrine yangın yeniden hep yeniden sürer gider.
3.
İnsan bilir: Bilincin kozmik merkezinde el-Alim’in bilinme muradına aynadır
tüm varoluş amacı. Hakikatin aynası olarak kendine sürülmüş sırrla bu maksadı anladıkça
“Hakk geldi batıl zail oldu” hükmünce varolmak gayesiyle yakar yalanlarını ve perdeler tutuştukça
bilincin kozmik merkezinde ışığa daha da yaklaşarak bilir her şeyi: Batıl erirken zihninde
tasavvur edemediği hakikate dönük imgeler önce fiiliyatta terennüm eder...boş, geçersiz, gereksiz sandığı
tüm detaylar peteği saran arılar gibi tikel anlamsızlıklardan sıyrılır...çirkin, eksik,
kusurlu gördüğü nesneler ışıklı bir zümrüt gibi dönerler etrafında...birden hareket durur, değişim
kaybolur ve fiiller yerlerini failce saçılan manalara bırakır. Artık sığınılacak bir
merhamet yoktur alemde (açmıştır Ahad olan hiçliğin zirvesini vizyonunda) yalnız er-Rahman yalnız
er-Rahim, artık açılışlar yoktur tünelinde yalnız el-Fettah yalnız el-Hadi, artık siyah-beyaz
kalmamıştır yargısında yalnız el-Hakk yalnız el-Adl, artık iniş çıkış
yoktur semadan arza yalnız er-Rafi yalnız el-Muzil...
Bilir insan yalanın kabukları tutuştukça tek tek fani olan yerini Beka Potansiyeline,
mahluk olan yerini Halik Potansiyeline, cansız olan yerini Hayy Potansiyeline, sürekliliği olmayan yerini Kayyum
Potansiyeline bırakmıştır ezelde: Özünde Hakk vardır ki yananın onunla başlar hakikat yolculuğu.
4.
Yandıkça
hamd eder, hamd ettikçe yanar nasipli, her yanış Hamid’e hamd ile bir adım daha yaklaştırır
onu ve yolu kemalata uzanır takdirindeki, kudretindeki gayret ve potansiyelindeki izinle her an. Ta ki tanısın
kendini, bilsin rabbini.
Marifet
bilincin kozmik merkezinde, onu kendi suretinde yaratan rabbinin ismiyle küllü
zerrede okumaktır, Ümmü’l Kitabın sayfalarını açıp. Bilir ki okuyan kendi mürekkebini yalayanlar
görür sadece rablerinin kalemini. Arif odur ki bilir marifetin sadece hakikatin aynasına sürülmüş sırr olduğunu.
Hakikatin
biçimlendirdiği sırr yine hakikatin çerçevesiyle aynaya dönüşmüştür varoluş çerçevesiyle aynaya dönüşmüştür
evvelde: Arif arşa bakar ve seyreyler kendi gözleriyle makrokozmosu, okur kendi lisanıyla Ümmü’l Kitabı
ve Sultanın mülkünde el-Hakim’in hikmetle yazdığı hükümlerde kendi nisbi gerçekliğini müşahede
ederek failce tasarlanıp ortaya koyulan manaların nitel köklerini arar. Arif arza bakar ve seyreyler O’nun
gözleriyle mikrokozmosu, yazar kendi kitabını sağından hem solundan, karanlıkta es-Sabr’ı
arar, aydınlıkta el-Hamid’i kendi nisbi gerçeklik boyutunu mücahede ile aşar. Onun enfüsi mücahedesi
afakta müşahededen ibarettir.
Bilir
ki hiçbir şey göründüğü gibi değildir; arştaki duru yağmur arzda çamur olur, arşta parıldayan
ışık arzda gölge olur...arş Hakk’a uzanır arz batıla.
Yangın
büyür ve başlar büyük savaş, ruh harbe meydanlık eder: Bir tarafta karanlık ordularıyla benlik diğer
tarafta fena haliyle kendilik. Kılıçlar iner kalkar, ocaklar yanar söner, sancaklar dikilir düşer... “BEN
kazandım” dedikçe kaybeder, “Bittim” dedikçe yükselir sancak.
5.
Miraç
bitenlerin başlangıcıdır, sebat tek vasıta. Sabret ki yaktığın bu ateş eritsin
benlik mumunu ve dökülsün özüne ışık tozları.
Miraç,
bilincin kozmik merkezinde mikrokozmosu makrokozmosa adapte etmektir, böylece hakikat aynasındaki çatlak sırrla
kapanır ve çatlak nedeniyle oluşan ikilik kalkar ve bilinç bilmesi gerekene vasıl olur. O zaman bilen, bilinen
ve bilgi aynılaşır.
Bu
yüzden insan bilir denildi yukarıda: O, bilmek için Alemi, bilinmek için Adem’i halk etti çünkü. İlk yaratışta
Alim ile malum Adem’in aleminde buluştular. ‘El an’ öyledir.
Yangın
söner, gazap çöllerine rahmet iner Ahmed’in suretinde ilk inişindeki gibi her an.
Çünkü;
Alim: Adem’in malumu...
Malum: Alim’in Adem’i...
Adem: Malumun Alim’idir süreklilik perdesinde.
Es’Semavi