ÇAĞDAŞ
DÜNYADA KUTSAL VE DİNDIŞI
Birçok kereler tekrar ettiğimiz üzere, dindar insan dünyada
kendine özgü bir konumu üstlenmekte ve tarihsel-dinsel biçimlerin önemli sayıda olmalarına rağmen, bu kendine
özgü tarz her zaman tanınabilir nitelikte olmaktadır. İçine daldığı tarihsel bağlam ne
olursa olsun, homo religiousus mutlak bir gerçeğin olduğuna, bu dünyayı aşan fakat orada tezahür eden
ve bu nedenden ötürü onu kutsallaştıran ve hakiki kılan kutsal'a her zaman inanmıştır. Hayatın
kutsal bir kökene sahip olduğuna ve insan varoluşunun dinsel olduğu ölçüde, yani hakikate katıldığı
ölçüde tüm bu olabilirlikleri güncelleştirdiğine inanmaktadır. Tanrılar insanı ve dünyayı yaratmışlar,
medenileştirici kahramanlar Yaradılış'ı tamamlamışlar ve bütün bu tanrısal ve yarı-tanrısal
eserlerin tarihi efsanelerde muhafaza edilmiştir. İnsan kutsal tarihi yeniden güncelleştirirken, tanrısal
tavrı taklid ederken, tanrıların yanına, yani hakiki ve anlamlının içinde yerleşmekte ve
burada tutunmaktadır.
Bu dünyada varolma tarzını dindışı bir insanın varoluşundan
ayıran her şeyi görmek kolaydır. Her şeyden önce şu olgu vardır: dindışı insan
aşkınlığı reddetmekte, "hakikat"in göreliliğini kabul etmekte ve hatta varoluşun anlamından
şüphe duyduğu olmaktadır. Geçmişin büyük kültürleri de dindışı insanları tanımışlardır,
hatta belgelerin ortaya henüz bir şey koymamış olmalarına rağmen, kültürün daha geri aşamalarında
böylesine insanların varolmuş olmaları olasılık dışı değildir. Fakat dindışı
insan yalnızca çağdaş Batı toplumlarında tam anlamıyla serpilebilmiştir. Çağdaş
dindışı insan yeni bir varoluşsal konumu üstlenmektedir; kendini Tarihin öznesi ve ajanı olarak kabul
etmekte ve aşkınlığa her türlü başvuruyu reddetmektedir. Başka bir anlatımla, çeşitli
tarihsel konumlar içinde kendini açığa çıkarttığı haliyle insanlık durumunun dışında
hiçbir insanlık modelini kabul etmemektedir. İnsan kendini kendi yapmaktadır ve kendini tam anlamıyla,
ancak dünyayı ve kendini kutsallıktan arındırdığı ölçüde yapabilmektedir. Kutsal onun özgürlüğünün
karşısındaki asıl engeldir. Ancak kökten bir şekilde demistifie olduğu zaman kendi olabilecektir.
Ancak sonuncu tanrıyı öldürdüğünde gerçekten özgür olabilecektir.
Bu felsefi tavır alışı burada tartışmak bize düşmez. Ancak,
farketmemiz gereken nokta, çağdaş dindışı insanın son tahlilde trajik bir varoluşu üstlendiği
ve varoluşsal tercihinin yücelikten yoksun olmadığıdır. Fakat bu dindışı insan, homo
religiosus'un soyundan gelmektedir, o da bu adamın eseridir, ataları tarafından üstlenilen konumlarından
itibaren oluşmuştur. "Doğa"nın, tanrının eseri Kozmos'un laikleşmesinin ürünü olduğu
gibi, dindışı insan da, insan varoluşunun bir kutsallıktan arınma sürecinin ürünüdür. Fakat
bu durum dindışı insanın öncelinin zıddında, tüm dindarlıktan ve insan-aşırı
tüm anlamlardan "boşalmaya" çabalayarak kendini oluşturmasını gerektirmektedir. Kendini, atalarının
"batıl itikatlarından kurtardığı" ve "arındırdığı" ölçüde tanıyabilmektedir.
Başka terimlerle, dindışı insan bunu istesin veya istemesin, dindar insanın davranışından
gelen izleri hala muhafaza etmektedir, ama bunları dinsel anlamlarından arındırmış olarak. Ne
yaparsa yapsın, onun mirasçısıdır. Geçmişini nihai olarak ilga edemez, çünkü bizzat onun ürünüdür.
Kendini bir dizi olumsuzlama ve red ile oluşturmaktadır, fakat reddettiği gerçeklerin tasallutuna uğramaya
devam etmektedir. Kendine ait bir dünyaya sahip olabilmek için, atalarının yaşadıkları dünyayı
kutsallıktan arındırmıştır, ama bu noktaya gelebilmek için, onu önceleyen bir tavrın tersini
benimsemek zorunda kalmıştır ve bu tavrı varlığının en derin yerinde yeniden güncelleşmeye
hazır bir şekilde hissetmektedir.
Daha önce söylediğimiz üzere, saf haliyle dindışı insan, çağdaş toplumların
kutsallıktan en fazla arınmış olanında bile, oldukça nadir bir olgudur. "Dinsiz"lerin çoğu,
bu konuda halâ dindar bir şekilde davranmaktadırlar. Söz konusu olan yalnızca, çağdaş insanın
koskoca bir yapıya ve büyüsel-dinsel bir kökene sahip "batıl itikatlar"ı veya "tabular"ı değildir.
Asıl önemlisi, kendini dindışı sayan ve böyle olduğunu iddia eden çağdaş insanın halâ
koskoca bir gizli mitolojiye ve çok sayıda yozlaşmış ayinselliklere sahip olmasıdır. Daha önce
zikrettiğimiz üzere, yeni yıla girerkenki coşkuları, laikleşmiş bir şekilde, bir yenilenme
ayininin yapısını sunmaktadırlar. Aynı olgu bayramlar ve evlilik veya doğum, yeni bir işe
girme, toplumsal yükselme vb. nedeniyle de farkedilmektedir.
Çağdaş insanın efsaneleri, bayıldığı gösterilerde, okuduğu
kitaplarda gözlenmiş mitolojileri hakkında koskoca bir kitap yazılabilir. Şu "rüya fabrikası" sinema
birçok efsanevi temayı ele almakta ve kullanmaktadır: kahramanla canavar arasındaki mücadele, katılmaya
ilişkin kavga ve sınamalar, örnek tip ve imgeler ("Genk kız", "kahraman", cennet manzarası, cehennem vs.)
Okuma bile mitolojik bir davranış içermektedir; bunun nedeni yalnızca ilkel toplumlardaki efsane anlatımı
veya Avrupa'nın kırsal cemaatlerinde henüz canlı olan sözel edebiyatı ikame etmesi değil, aynı
zamanda ve özellikle çağdaş insana, efsanelerle gerçekleştirileninin benzeyen bir "zamandan çıkış"
sağlamasıdır. İster polisiye bir romanla zaman "öldürülsün", ister yabancı bir zamansal evrene nüfuz
edilsin, okuma çağdaş insanı kişisel süresinin dışına atmakta ve onu başka ritmlerle
bütünleştirmekte, onu başka bir "tarih"in içinde yaşatmaktadır.
"Dinsizler"in büyük çoğunluğu asıl anlamıyla dinsel tavırlardan, ilahiyatlardan
ve mitolojilerden kurtulabilmiş değildir. Bunlar bazen koskoca bir büyüsel-dinsel yığının içine
boğazlarına kadar gömülmüşlerdir, ama bu karikatür oluncaya kadar yozlaşmıştır ve bu nedenle
de zorlukla teşhis edilmektedir. İnsan varoluşunun kutsallıktan arınma süreci birçok kereler halk
büyüsü ile taklitçi dinsellik melezlerine ulaşmıştır. Çağdaş kentlerde kaynayan, sayılamayacak
kadar çok "küçük dinler", sahte-gizli yeni maneviyatçı veya sözüm ona bilinemez kilise, tarikat ve okulları aklımıza
getirmiyoruz, çünkü tüm bu olgular hâlâ dinsellik küresine dahildirler, hatta hemen her zaman sahte biçimlenmenin şaşırtıcı
veçheleri söz konusu olsa bile. Mitolojik yapıları ve dinsel fanatizmleri kolaylıkla farkedilen çeşitli
siyasal hareketler ile toplumsal kahinlikleri de ima etmiyoruz. Tek bir örnek vermek için, komünizmin mitolojik yapısını
ve insanın kaderine ilişkin anlamını hatırlatmak yeterlidir. Marx, Asya-Akdeniz dünyasının
büyük ölüm sonrası kader efsanelerinden birini ele alıp, uzatmaktadır; yani Doğru'nun ("seçilmiş",
"kutsanmış", "masum", "haberci": peygamber"; günümüzde proleterya) kendi ölümüyle insanlığı kurtarmaya
yönelik rolü, böylece onun ıstırapları dünyanın varoluşsal statüsünü değiştirecektir. Aslında
Marx'ın sınıfsız toplumu ve bunun sonucunda tarihsel basınçların yok olmasının en
kesin önceli, Altın Çağ efsanesinde bulunmaktadır; bu efsane birçok geleneğe göre, tarihin başını
ve sonunu karakterize etmektedir. Marx, koskoca Musevilik-Hristiyanlık Mesih ideolojisinin bu saygın efsanesini
zenginleştirmiştir: bir yandan proleteryaya tanıdığı peygamberane rol ve kendini feda ederek
insanlığı kurtarma işlevi; öte yandan da İsa ile Deccal arasında olan ve birincinin nihai zaferiyle
sonuçlanan mahşeri çatışmaya kolaylıkla yaklaştırılabilecek olan, İyi ve Kötü arasındaki
nihai mücadele. Marx'ın tarihin mutlak amacı konusunda Musevi- Hıristiyan kaderci umudunu kendi hesabına
geçirmesi de (örneğin Croce ve Ortega y Gasset) ayrılmaktadır; bu gibi düşünürlere göre tarihin basınçları
insanlık durumunun özüne ilişkindirler ve asla tamamen yok edilemezler.
Fakat, gizlenmiş veya yozlaşmış dinsel tavırlar yalnızca "küçük dinler"
veya siyasal mistiklerde ortaya çıkmamaktadırlar; bunlar aynı zamanda kendilerini samimiyetle laik, hatta din-karşıtı
ilan eden hareketlerde de görülmektedirler. Böylece, çıplaklık veya mutlak cinsel özgürlük yanlısı hareketler,
"Cennet özlemi"nin, düşüşten önceki Cennet durumunun, yani günahın olmadığı ve ten ile bilinç
mutlulukları arasında kopuşun olmadığı durum ile bütünleşme arzusunun teşhis edildiği
ideolojiler olmaktadır.
Çağımızın dindışı insanının bir sürü eylem ve hareketinde,
katılma senaryolarının hala ne denli sürmekte olduklarını farketmek ilginç olmaktadır. Tabi
ki belli bir katılma tipinin yozlaşmış olarak yaşamaya devam ettiği konumları bir kenara
bırakıyoruz; örneğin savaş ve en başta da bireysel savaşlar (özellikle uçaklararası), günümüzde
savaşçılar artık katıldıkları "sınamaların" derin anlamını farketmiyor ve
bunların katılma ayinine yönelik yükleminden hiç de yararlanmıyor olsalar bile, bunlar geleneksel askeri erişkinliğe
geçiş "sınamaları" ile özdeşleştirilebilecek maceralardır. Fakat psikanaliz gibi tamamen çağdaş
teknikler bile, hala katılma ayinine ilişkin örüntüyü muhafaza etmektedirler. Hasta kendinin çok derinliklerine
inmeye, geçmişini diriltmeye, travmalarıyla yeniden karşılaşmaya davet edilmektedir ve bu tehlikeli
işlem biçimsel açıdan, katılma ayinlerindeki "Cehennem"e, larvalar arasına inişe ve "canavarlar"
ile çarpışmaya benzemektedir. Tıpkı erişkinler topluluğuna girmeye aday yeniyetmenin sınamalardan
muzaffer bir şekilde çıkması, tamamen sorumlu ve ruhani dengelere açık bir varoluşa katılabilmesi
için "ölmesi" ve "yeniden doğması"nın gerektiği gibi, günümüzün analiz edileni de larva ve canavarların
işgali altındaki kendi "bilinçaltı"yla boğuşmak ve böylece sağlığına, psişik
bütünlüğüne ve kültürel değerler dünyasına kavuşmak zorundadır.
Fakat katılma insani varoluşun varlık tarzına o kadar sıkı sıkıya
bağlıdır ki, çağdaş insanın çok sayıda hareket ve eylemi hala katılımsal senaryoları
tekrarlamaktadırlar. "Hayat kavgası", "sınamalar" ve bir yeteneği veya bir kariyeri engelleyen "güçlükler",
birçok kereler katılımsal sınavları bir bakıma tekrarlamaktadırlar; genç bir insan maruz kaldığı
"darbelerin" manevi, hatta fiziki "elem" ve "işkencelerin" ardından "kendini kanıtlamakta", olanaklarını
tanımakta, gücünün bilincine varmakta ve manevi olarak erişkin ve yaratıcı (tabii ki çağdaş
dünyada anlaşıldığı anlamıyla manevi) olmaktadır. Çünkü her insani varoluş bir dizi
sınama, "ölüm" ve "yeniden dirilme"nin tekrarlanan deneyiyle oluşmaktadır. Ve işte bu nedenle, dinsel
bir ufukta, varoluş erişkinler topluluğuna katılma ile ihdas edilmektedir; hatta denilebilir ki, insan
varoluşu tamamlandığı ölçüde, bizatihi bir erişkinler arasına katılmadır.
Sonuç olarak, "dinsiz" insanları çoğu hala sahte dinleri ve yozlaşmış
mitolojileri sürdürmektedirler. Dindışı insanın homo religiosus'un soyundan gelmesi ve kendi tarihini
yok edememesi, yani onu bugün olduğu haliyle yapan dindar atalarının davranışlarını iptal
edememesi nedeniyle, bu durumda şaşılacak bir yan bulunmamaktadır. Üstelik, dindışı insanın
varoluşunun büyük bir bölümü, ona varlığının derinliklerinden, şu bilinçaltı adı verilen
bölgeden gelen damar atışlarıyla beslenmektedir. Yalnızca rasyonel bir insan, bir soyutlamadan ibarettir;
gerçekte böyle birine rastlanmamaktadır. Her insani varlık aynı anda hem bilinçli faaliyetleri, hem de irrasyonel
deneyleri tarafından meydana getirilmektedir. Öte yandan, bilinçaltının içerik ve yapıları, mitolojik
imge ve çehrelerle şaşırtıcı benzerlikler sunmaktadır. Bu sözlerle mitolojilerin bilinçaltının
"ürünleri" olduklarını söylemek istemiyoruz, çünkü efsanenin varoluş tarzı, tam da kendini efsane olarak
ifşa etmesi, örnek olarak zuhur ettiğini ilan etmesidir. Bir efsane, Madame Bovary'nin bir zinanın "ürünü"
olduğu kadar, bilinçaltının "ürünü"dür.
Ancak bilinçaltının içerik ve yapıları, hatırlanamayacak kadar eski varoluşsal
durumların, özellikle de kritik durumların sonucudur ve işte bu nedenden ötürü, bilinçaltı dinsel bir
hare sunmaktadır. Her varoluşsal bunalım aynı anda hem dünyanın gerçekliğini, hem de insanın
dünyadaki varlığını yeniden soru haline getirmektedir; varoluşsal bunalım sonuç olarak "dinsel"dir,
çünkü kültürün geri aşamalarında "varlık", "kutsal" ile karışmaktadır. Daha önce gördüğümüz
üzere, dünyayı kuran, kutsal hakkındaki deneydir, ve en ilkelinden olanı da dahil, her din her şeyden
önce bir varlıkbilimdir. Başka bir anlatımla, bilinçaltının sayılamayacak kadar çok varoluşsal
deneyin sonucu olduğu ölçüde, çeşitli dinsel evrenlere benzemezlik edemez. Çünkü din her varoluşsal bunalımın
örnek çözümüdür; bunun nedeni yalnızca sonsuza kadar tekrarlanabilir olması değil, aynı zamanda aşkın
bir kökene sahip kabul edildiği ve bunun sonucunda insanaşırı başka bir dünyadan gelen bir ifşa
olarak kavranmasıdır da. Dinsel çözüm yalnızca bunalımı halletmekle kalmamakta, aynı zamanda
varoluşu, artık ne gerekli, ne de özel olan değerlere "açık" hale getirmekte ve böylece insanın kişisel
sorunları aşmasına ve nihayette de ruh dünyasına girebilmesine olanak vermektedir.
Bilinçaltının içeriği ve yapıları ile dinin değerleri arasındaki
bu dayanışmanın tüm sonuçlarını burada geliştirecek değiliz. En samimi dindışı
insanın bile, varlığının derinliklerinde dinsel olarak yönlenmiş bir tavrı hala hangi yönde
sürdürdüğünü gösterebilmek için imada bulunmamız gerekmiştir. Fakat çağdaş insanın "özel mitolojileri",
rüyaları, hayalleri, fantazileri, tam insan tarafından yaşanamadıkları için efsanelerin ontolojik
düzenine yükselememekte ve özel bir durumu örnek konum haline getirememektedirler. Tıpkı derin endişeleri gibi,
çağdaş insanın düşsel veya hayali deneyleri, biçimsel açıdan "dinsel" olmalarına rağmen,
homo religiosus'ta olduğu gibi bir Weltanschaung'la bütünleşmemekte ve bir davranış ihdas etmemektedirler.
Bir örnek, bu iki deney kategorisi arasındaki farkların daha iyi kavranılmasına yardım edecektir.
Çağdaş insanın bilinçsiz faaliyeti, ona sayılamayacak kadar çok simge sunmakla kalmamakta; bunların
her biri, psyche'nin dengesini sağlamak veya bu dengeyi yeniden kurmak üzere aktarılacak bir mesaja, yerine getirilecek
bir göreve sahip olmaktadır. Daha önce gördüğümüz üzere, simge yalnızca dünyayı "açık" kılmakla
kalmamakta, aynı zamanda dindar insanın evrensele kavuşmasına yardım etmektedir. İnsan simgeler
sayesinde kendi özel konumundan çıkmakta ve genel ile evrensele "açılmaktadır". Simgeler bireysel deneyi uyandırmakta
ve onu dünyanın metafizik kavranışı halinde, bir manevi eylem haline dönüştürmektedirler. Dünya Ağacı
simgesi ve kozmik hayatın imgesi olan herhangi bir ağaç önünde, çağdaş-öncesi topluma mensup bir adam
en yüksek ruhaniliğe erişme yeteneğine sahiptir: simgeyi anlayarak evrenseli yaşamayı başarmaktadır.
Bu dünyanın dinsel olarak kavranışıdır ve bunu ifade eden ideoloji ona, bu bireysel deneyi nemalandırmak,
onu evrensele doğru "açmak" olanağını vermektedir. Ağaç imgesi, dindar olmayan çağdaş insanın
imgesel evreni içinde hala sıklıkla ortaya çıkmaktadır; bu imge onun derin hayatının, onun bilinçaltında
oynanan ve psiko-zihinsel hayatının bütünlüğünü ve buradan hareketle öz varoluşunu ilgilendiren dramın
bir şifresini meydana getirmektedir. Fakat ağaç simgesi, insanı evrensele "açık" hale getirerek onun tam
bilincini uyandırmadığı sürece, işlevini tam anlamıyla yerine getirdiği söylenemez. Örneğin,
ona bir derinlik bunalımını bütünleştirme olanağı sağlayarak ve geçici olarak tehdit altında
olan psişik dengesini iade ederek, insanı bireysel konumundan ancak kısmen "kurtarmış"tır, fakat
onu henüz ruhaniliğe yükseltememiş, ona hakikinin yapılarından birini ifşa etmeyi başaramamıştır.
Bize göre bu örnek çağdaş toplumların dindışı insanın hala hangi
yönde, kendi bilinçaltının faaliyeti tarafından beslendiğini ve onun yardımını gördüğünüz
göstermek için yeterlidir. Ancak bu durum, onun asıl anlatımıyla dinsel bir dünya görüşü ve deneyine ulaşmasına
yetmemektedir. Bilinçaltı, onun kendi varoluşunun güçlükleri için çözümler sunmaktadır ve bu anlamda din rolünü
oynamaktadır, çünkü din bir varoluşu değer yaratıcısı haline getirmeden önce, bu varoluşun
bütünlüğünü sağlamaktadır. Bir bakıma hemen hemen denilebilir ki, kendilerini dindışı ilan
eden çağdaş insanlarda, din ve mitoloji bilinçaltlarının karanlıklarında "gizil" hale getirilmişlerdir;
bu aynı zamanda, böylesine varlıklarda, hayatın dinsel bir deneyini yeniden bütünleştirme olanağı
çok derinlerde durmaktadır anlamına gelmektedir. Bir Musevi-Hıristiyan bakış açısı içinde,
dinsizliğin aynı zamanda insanın yeni "düşüş"üne tekabül ettiği söylenebilir; dinsiz insan dini
bilinçli olarak yaşama yeteneğini ve böylece onu anlama ve üstlenme olanağını kaybetmiştir;
fakat varlığının derinliklerinde hala bunun anısını muhafaza etmektedir, tıpkı
ilk "düşüş"ten sonra ve manevi olarak körleşmiş olmasına rağmen. Atası ilk insanın,
Adem'in, dünyada görülebilir nitelikte olan tanrının izlerini yeniden bulabilecek kadar zekayı muhafaza etmiş
olması gibi. İlk "düşüş"ten sonra dinsellik yırtılmış bilinç düzeyine inmiştir;
ikinci düşüşten sonra daha da aşağılara, bilinçaltının derinliklerine inmiştir: "unutulmuştur".
Din tarihçisinin ele alışı burada sona ermektedir. Burada filozofa, psikoloğa, hatta ilahiyatçıya
özgü problematik başlamaktadır.
Mircae Eliade
Türkçesi:Mehmet Ali Kılıçbay
Not: Yazı içerisinde geçen “tanrı”, “tanrılar” ve
“yarı-tanrılık” kavramlarını biz kendi geleneğimiz içerisinde irade-i ilahiyye’nin
kendine has tecellileri olarak değerlendirmekteyiz. Ayrıca yazıya ulaşmamızı sağlayan sevgili
S.P.’ye de yeniden teşekkürü bir borç biliriz. Es’semavi.
Bu
yazı Mircea Eliade’nin "Kutsal ve Dindışı"( Gece Yayınları, Ankara, Aralık 1991,
178-190) Kitabından alınmıştır.
|