mor'a dogru

bilgi ve insan

Home
inisiyatik bilgi
bilgi ve vizyon
metafizik
fi'l ilahiyyat: metafizik
kendini bil
hakikat nedir
bilgelik
bireysellik
PERSPEKTiF-METiNLER
tradisyon:1.gelenek üstüne
tradisyon:2.gelenegi anlamak
tradisyon:3.gelenege karsi adet
hermetizm
hermescilik hakkinda
dini SINIRLARI asmak
MODERNiZM
modern bilim ve insanin düsüsü
modernizm ve islam
cagin ruhu
cagdas dunyada kutsal
KOZMiK UYUM UYGULAMALARI
nefisini bilen rabbini bilir...
rüya ve gerçek
kozmik uyum:1.mistisizm
iman ve ibadet
yoga
halidi hikmet
SiSTEMiN SESLENiSi
tanridan Allah'a...
hakikat yolculari
1:mevlana
2:muhyiddin ibn arabi
iSARETLER
isaretler:sayilar alemi
1:ebced hesabi
ezoterik ögretiler
1:ezoterizmi anlamak
guncel:1
KADiM DOGU
1:budizmin dogasi ve ogretileri
kadim dogu:2 hint tradisyonu
1:taoizm
2:yoga
bhagavat-gita
kadim dogu:3 islam tasavvufu
tasavvuf nedir?
tasavvufta varolus mertebeleri...
2:tasavvufi kavramlar a: irsad-mürsid

BİLGİ ve İNSAN

 

“Yacnavalkya:… Açıkçası ölümden sonra şuur yoktur.

 

 Maitreyi       : Beni korkutuyorsunuz efendim, demek ölümden sonra   şuur yok?

 

Yacnavalkya: Bunda korkacak ne var Maitreyi, iki varlık olacak ki biri ötekini fark etsin; görsün, işitsin, seslensin ona, onu idrak etsin. Can ile canan kaynaşınca ikilik ortadan kalkar. Kim, neyi hissedecek? Kim kimi görecek? Kim kime seslenecek? Bütün varlıkları sayesinde idrak ettiğini nasıl idrak edecek? İdrak edeni idrak etmek mümkün mü Maitreyi?”

 

 

1.

Hep söylenegeldiği üzre aslında hakikati yahut Allah’ı aramak izafi bir lafızdır. Hakikatte her türlü tanımlamadan da zaman yahut mekanla sınırlanmaktan da münezzeh olan Zat-ı Ekber için kelimeleri titizlikle seçip kullananlara dönük olarak şu söylenebilir: O, yalnız ve tek olarak hiçlik makamını bizzat tasavvur ve müşahedededir. Bu O’nun Ahadiyet tecellisidir.

(Bu tür bir ifade tefekkür sahiplerine manevi bir zevk veriyor olsa da idrak yoksunları için çelişki ve kargaşa yaratacağı da bir gerçektir. Bu muhtemel çelişkilerin ve kargaşanın nedeni kesinlikle dil bilmezlik ve dilin kullanımından bihaber olunmasıdır. Malum olduğu üzre dil ya da daha dikkatli bir seçimle lisan, tıpkı üretim yeri olan zihin gibi çok katmanlı, müsenna ve kesinlikle mütederrictir. Aynı sözcükler kullanılsa da ortaya konulan anlamdan ziyade anlamlandırmalar gerçekte her ifadenin kaderidir. Bu nedenle bu dil konusunu herkesin kendi anlayışına bırakıyoruz.)

Kendi algımız kapasitesi kadarıyla ifadeye devam edelim: Biz O’nun Ahadiyyetini hiçlik olarak değerlendiriyorsak bu O’nu asla sınırlamak veya yoklukla eşdeğer görmek değildir. Bu sadece tüm tanımlama, tasavvur, tefekkür ve tahayyülümüzün eserlerinden münezzeh olanı idraki seviyemiz kadarıyla tenzih etmektir. Ki Ahadiyyetinin müteşebbih bir ifadesi de bizce mümkün görülmemektedir.

Meseleyi tekrar ele alıp toparlarsak; Allah’ı bilme yükümlülüğü demek olan Allah’ı arama ifadesi O’nun Ahadiyyeti nedeniyle zahiri anlamıyla boş bir ifadedir. Olsa olsa şer’i hükümlerin tatbikatı manasında kullanılabilir, Abdulkadir Geylani’nin (k.s.) “müşahede mücahededir” sözü de buna bir delil olabilir. Ama bunun ötesinde kesinlikle zahiri anlamında bir derinlik söz konusu değildir.

Çünkü gerçekte aranacak bir ‘şey’ söz konusu değildir. Bilindiği gibi şey lafzı –matematikte kullanılan “x” bilinmeyeninin kökü olarak- Doğu düşüncesinin bir üretimi olup evrensel fenomenlere istinaden işaret gayesiyle kullanılan, hem belirsiz hem de bütüncül bir lafızdır ve her haliyle –istenirse çoğulu olan eşya tabiri kullanılsın- bir oluş hali veyahut bir biçim ifadesidir. Öyleyse anlaşılmaktadır ki şey tabiri oluşlardan münezzeh olan Allah için asla kullanılamaz çünkü o fenomenleri ihata eden “alemlerden Gani’dir:” O, şeylikten beridir, ötedir. Evvel’dir, Ahir’dir.

Burada şu noktaya değinmek bizce önemli: Yukarıda Ahadiyyet için “hiçlik makamını tasavvur ve müşahededir” derken zaten bu nokta öngörülerek bir açılım hedeflendi. Çünkü mevzu bahis hiçlik noktası derince düşünüldüğü vakit kişi Allah’ın zatına dönük tefekkürün neden fuzuli veya haram olduğunu da görür. Yani açarsak; Ahmed Hulusi’nin şu ifadeleri bizce mühimdir: “Ahadiyyet sırrı, zatına işaret eder ki orada kesret kavramı düşünülemez… Düşünülmediği gibi kesret kavramına dönük bir şey de konuşulamaz… (Ahadiyyet) zatın kendi kendini bilişidir.” (1)

Açıktır ki tefekkürün imkânsızlığı O’nun zatından evvel Ahadiyyetinde başlar. Çünkü burada kişi fark eder ki şey dediğimiz oluşlar üzerinde düşünebileceğimiz birer fenomen olarak bize, kesret alemine hastır. Ki bu yüzden O oluştan, bir şey olmaktan, eşyalık halinden münezzehtir dedik. Biz bu nedenle O’nu sadece Esmaü’l Hüsna ile izafen tanırız. Mutlak anlamda ise kendini sadece kendisi bilip tanıyabilir.

Herkesin O’nu ilmi kadarıyla izafen tanıması ise hakikatte sadece bir yakıştırmadır. Bu yakıştırma ise tenzih ve teşbihin mutedil ve denge içinde tutulduğu müddetçe sahih kabul edilebilir. Zaten tasavvufi teoriler içinde Vahdet-i Vücud ve Vahdet-i Şuhud’un temel ayrımları da bu dengenin ağırlık noktalarındaki değerlendirme farklılıklarına dayanır.

Nitekim Kur’an’da denildiği gibi “onlara ayetlerimizi afakta ve enfüste göstereceğiz.” (Fussilet:53)

Bununla birlikte ne tenzih ne de teşbih Allah’ın mutlakıyetine bir gölge düşürmez, bu biliş tarzları da O’nun el-Musavvir ve eş-Şehid olarak kendi yaratımıdır. Bilinmek istemiş ve bilinmiştir. Ancak şu söylenebilir ki Ahadiyyet, O’nun hakkında iyi, güzel yahut başka türlü tüm nitelemeleri de geçersiz kılar. Yalnız denildiği gibi bunlar hep izafi ve yakıştırma babında sabitlenmiş müteşebbih ifadelerdir. Yoksa O’nun mutlakıyeti öyle tanımsızdır ki O, olumlu ya da olumsuz her türlü nitelemeden de münezzehtir.

2.

Her halükarda hadis-i kudside bize aktarıldığı gibi Allah, bilmek için alemi, bilinmek için Adem’i yarattı. Şu halde yukarıda izah ettiğimiz gibi Allah’ı zahiren aramak sadece batıni arayış için bir vasıtadır ve doğrudan sonuca ulaştırması beklenemez. Yani bize kendi ayetlerini afakta ve enfüste sunarken esas olarak afaki seyri enfüsi seyre bir delil kılmıştır. Çünkü Rasulullah “nefsini bilen rabbini bilir” demek suretiyle Rabb’ül Alemin’in ancak nefsi tanımakla bilinebileceğini de göstermiştir. Çünkü bunun bir başka işareti de “sizi tek bir neftsen yaratan…” (39:189) ayetidir ki bu tümün zerrede içkinliğine de delildir.

Şu halde üzerinde duracağımız noktanın bilgi ya da bilmek fiili olduğu açıktır. Bilen, bilgi ve bilinen üçgeni, var olan-var olmayan ya da algılanan-algılanamayan tüm oluşları kapsayan en büyük bir hakikattir.

Aslında bilgi varoluşun metafizik anlamda ilk şartı yani ilkesi, sebebidir. Zaten varlık ve yokluk sınırı da bilgiyle belirlenip çizilir; olmayan bir şeyin bilgisi de olamaz ama olan bir şey için ister en büyük yapıda varlığın kendisinde aransın ister herhangi bir oluşunda, kaba bilgi diyebileceğimiz malumattan en yüce kapsayıcı ilme kadar muhakkak olarak daima bir bilgi arz ve talebi vardır. Zaten Allah’ın El-Âlim sıfatı da bu sonsuz varlık bilgisinin kuşatıcısı ve sahibine işaret değil midir? Çünkü O, Zat’ı ile Âlim iken hilafet sırrıyla yarattığı insan ile malumdur ve kendinde gördüklerinin tecelligahı olarak da ilmin kendisidir.

Öyleyse şimdi burada bilen-bilinen-bilgi üçgenindeki sonsuz varlığın hakikati açıklanmıştır.

“Her bilenin üstünde bir bilen vardır” hükmü gereği eşya arasında en yüceye bilgiye sahip insanın ilim yönünden de ne denli tekâmüle muhtaç ve açık olduğu da görünen bir gerçektir. Zaten ana gayemiz olan tekâmülün en mühim bir gereksinimi fark edilsin yahut edilmesin, ilimdir.

Biz daha önce her şeyin bilmekle başladığını açıkça dile getirmiştik. (2) Orada elbette bilginin kendisiyle yahut bilmek fiiliyle uğraşmadığımız için onu bu yazıda ve devamında işleyeceğiz.

Yeryüzünde insanın en büyük nimeti olarak gördüğümüz düşünce kudreti, ilk hareketini elbette ki bilgiyle ortaya koymuştur ve hala daha bilgisiz düşünce olamayacağı sabittir. Helenistik dönem filozoflarından bugüne dek devam eden bir tartışma ise bilginin ne olduğudur; bu arayış sıradan tanımlamaları aşıp bazan idealist felsefede olduğu gibi doğuştan gelen bilgi fikrine bazan da materyalist çıkmazın bilinç sıvısı arayışına kadar uzanmıştır.

Maksadımız felsefi tartışmalar değil elbette. Biz zaten yukarıda bilginin ne olduğunu ortaya koyduk: Bilgi, metafizik anlamda varoluşun ilkesidir. Dikkatli okuyucuya sunduğumuz, bilginin fark edilip edilmeme hali ise bu tanımın tamamlayıcısıdır. Şu halde görülmüştür ki ilke konumunda olan esas bilgi metafiziğin sahasına tamamen dahilken sebep ya da illet diyebileceğimiz ikinci tür bilgi fiziğin sahasına dahildir. Burada bilginin iki tür ifadesi gösterilmiştir. Aslında bizim metafizik bilgi dediğimiz tür Batı’da da bilinen ve a priori diye adlandırılmış, doğuştan gelen ya da öze ait bütüncül bilgidir ve esasta bilgiye dair ne varsa bu özsel bilgiden türer ve çoğalır. Çünkü onun kaynağı kozmik bilinç ya da tasavvufi ıstılahta geçen akl-ı evveldir. Anladığımız ve algıladığımız fenomen dünyasına ait fizik bilgi de yine ondan gelmekte ve kozmosun yapısal tüm ilişkilerini böylece açığa vurmaktadır.

Bu yapısal ilişkilere kısaca değinirsek; malumdur ki varoluşun mütederric bir yapısı vardır. Katmanlar ve boyutlar sonsuz bir düzenliliktedir. Bu düzen fikri ise mertebe lafzıyla karşılanır. Varoluşun mertebeleri çeşitli düşünce ve sistemlerce farklı farklı mütalaa edilip yorumlanmış ve ifade edilmiştir.

Ancak bize göre –detayları inceleme hakkımız saklı tutarak söylersek- varoluşun esasta üç mertebesi mevcuttur. Bunlar kozmik, fizik ve psişik boyutlardır. Bilindiği gibi kozmik boyut varlıktan gelen nitelikle olma/oluş halindeki tümel yapıdır ki bu yapının özel adı kozmostur. -Kozmos sözcüğünü bir çokları gibi evren kelimesiyle karşılamayı doğru bulmuyoruz çünkü onun içinde paralel olan ya da olmayan sonsuz sayıda evrenler mevcuttur.- Kozmos, tüm evren planlarını kuşatan büyük “düzenin” adıdır, zaten mefhum-u muhalifi kaostur. Bu muazzam plan kendinden sonra anacağımız boyutlarında maddiyatları ve ruhaniyetleriyle kuşatıcısıdır ve değerler-üstü (obje ve sübje ötesi) olduğu ortadadır.

Fizik boyut ise kadim simgecilikte arz diye işaret olunan ya da beden dediğimiz algılar perspektifidir.(3) Yani fizik bilgi tamamen madde ve objektif algıyla sınırlıdır.

Varoluşun üçüncü boyutu ise psişik boyuttur ki bu bireysel manada hayatiyet vasfıdır. En dar anlamıyla ona egonun dünyası diyebiliriz. Her yönüyle salt sübjektif ve değer kavramı açısından tamamen kendine dönük olan boyuttur.

Mevzu bahis varoluş mertebeleri bunlar iken bilginin genel manasıyla iki boyutu olduğu üçüncü boyuta –psişik aleme- ait halin ise bilginin kendisinden ziyade onun değerlendiriliş noktası olduğu açıktır. Metafizik bilgi veya özsel bilgi diyebileceğimiz ilk ve esas bilgi türü kozmik bilince ait tümel bilgidir ki kaynağının akl-ı evvel olduğu söylenmişti. Bunun ötesi ise –yani kaynağı- mutasavvıflarca Ama da denilen hayal-i mutlaktır ki zaten orada bilgi diye bir şey mevcut değildir; bilen, bilinen ve bilgi bir ve aynı olunca kim, neyi, neyle bilecek?

Bakınız metafizik bilgi hakkında René Guénon ne diyor: “O hem bilgi vasıtasıdır hem de bilginin kendisidir ve özne ile nesne onda birleşmiş ve ve özdeşleşmiştir. Zaten her bilgi ancak böyle bir özdeşleşmeyi sağladığı ölçüdedir ki gerçekten bir bilgi olma niteliği kazanır…Bundan doğrudan çıkan sonuç şudur:Bilmek ile varlık temelde bir ve aynı şeydir.” (4)

Metafizik bilginin aşağısında yer alan fizik boyuta ait bilişlere dair ise fazladan bir şeyler söylemeyi gerekli görmüyoruz.

Allah’ın verdiği hilafet sırrıyla kozmosta tecelli eden insan-ı kamil metafizik bilginin de itibari olarak sahibidir. O zat artık apaçık ilim sahibi Abd’ul-Alim ve kesinlikle Abd’ul-Allah’tır. Bütün nurani perdeleri açar ve alemi müşahedede kalır…seyreden hep kendi olur zatında.

Ancak şu unutulmamalıdır ki bu tür bilgi de elbette kendi koşullarında belli bir doygunluk ortaya koymaktadır daima. Yani tedricen yükselerek hep bir seviyelilik ile kaim olmaktadır. Varoluşun holografik yapısı gereği esasta bu bilgi tüm eşyada da mevcuttur ki bu yüzden bizim tarafımızdan özel bütüncül bilgi diye tanımlanmıştır.

Şu halde Ali bin Ebu Talib’in “ilim bir nokta idi onu cühela çoğalttı” ifadesi bize acaba neyi gösteriyor? Yoksa şu ünlü Hindu meselinde geçen incir çekirdeği ve incir ağacı hikayesini mi?

Es’semavi

 

 

Not:

Aşkın ve içkin bilgi ile varlığın sırlarına dönük bir perspektif ortaya koymak gayesiyle hazırladığımız bu yazıyı elbette böylece bitirmek mümkün görünmemektedir. Ama yine de içkin bilgi ile insanın rabbani vasıflarını, aşkın bilgi ile de ilahi vasıflarını tanıma gayretimizi ise ayrı bir yazıya ayırdığımız için bilgi konusunda daha fazla ilerlemeyi uygun görmedik.

Her durumda burada anlatmak istediğimiz ise sadece bilginin insanın arzi ve semavi boyutlarında özüne kazınmış hakikati mündemiç olarak barındırdığıdır. Bununla birlikte bu başlangıçla beraber insanın neden “bilincin kozmik merkezi” olduğuna dair işaretlerimizi sunmaktı.

 

 

(1): Ahmed Hulusi’de Kavramlar s.63 Asuman Bayrakçı

(2): Bknz: Yol Yangınları Es’Semavi

(3): Biz metafizik olarak adlandırılan öğeleri de esasta fizik boyutun dahilinde görmekteyiz. Ancak zihin karışıklığı yaratmamak için burada metafizik bilgiyi kozmik bilgi içerisinde değerlendireceğiz.

(4):R.Guénon.Doğu Düşüncesi. S.131 İz Yay.çev:L.Fevzi Topaçoğlu