Varlık bir
harftir, sen onun anlamısın
İbn Arabi

METAFİZİĞİN
ASLİ KARAKTERLERİ
Dini bakış açısı,
temelde duygusal düzeyde bir ögenin varlığını gerektirirken, metafizik bakış açısı
salt entelektüeldir. Fakat, bu tesbitin, bizim için çok açık bir anlamı olmakla birlikte -şayet başka
tesbitin, bizim için çok açık bir anlamı olmakla birlikte- şayet başka tesbitler yapmaya özen göstermemiş
olsaydık- çoğuna, Batılılar için biraz yabancı olan bu son bakış açısını
yetersiz olarak karakterize ediyor gibi gelebilirdi. Bilim ve felsefenin Batı'daki varoluş biçimleriyle entellektüel
oldukları şeklinde savlar vardır. Ancak, bizim bu savları hiç de tutarlı bulmamızın ve
tüm bu türden yorumlarla metafizik arasında en derin türden bir farklılık olduğunu savunmamızın
nedeni, bizim düşündüğümüz anlamda saf entellektüelliğin, bu terimden sıradan ve az çok muğlak biçimde
anlaşılandan başka bir şey olmasıdır.
Öncelikle belirtmemiz gerekiyor ki, "metafizik"
terimini kullanırken, onun biraz kuşkulu olan tarihsel kökenine -bu hususta, onun Aristo'nun yapıtlarında
"fizikten sonra gelen" anlamında kullanılmış olduğu biçiminde ve bize pek doğru gibi gelmeyen
bir sav öne sürülmektedir- pek önem vermiyoruz. Bazılarının şu ya da bu devirde, bu sözcüğe yapmış
oldukları ve az çok suistimal içeren yakıştırmalarla fazla uğaraşacak değiliz. Bunlar hiç
de bu terimi kullanmaktan vazgeçmemiz için yeterli nedenler değildir. Zira bu haliyle, hiç değilse batılı
dillerden alıntılanacak olan herhangi bir terimden çok daha kullanışlıdır. Bu terimin en doğal
anlamı "fiziğin ötesinde olan"dır. Burada "fizik" teriminden, eskilerin anladığı gibi doğa
bilimlerinin tümü anlaşılmalıdır, yoksa modernlerin anladığı gibi bu bilimlerden yalnızca
bir teki değil. Dolayısıyla, metafizik terimini bu yorumuyla alıyoruz ve ilk ve son olarak belirtelim
ki, bu terimi kullanmamızın nedeni sadece yukarıda belirtmiş olduğumuz nedendir. Kesin zorunluluk
olmadıkça yeni türetilen sözcüklere başvurmanın daima sıkıcı bir şey olduğu kanaatindeyiz.
Şimdi, böyle kavranılan metafiziğin,
temelde bu sözcüğün anlamına uygun düşecek biçimde küllinin ya da külli düzeydeki ilkelerin bilgisi olduğunu
söyleyeceğiz. Ancak, bununla metafiziğin gerçek bir tanımını yapmak istemiyoruz. Zira bu, ongun karakterlerinden
başta geleni olarak gördüğümüz külliliğinden dolayı imkansızdır. Aslında, ancak sınırlı
olan birşey tanımlanabilir. Metafizik ise tersine, kesinlikle sınırsızdır; dolayısıyla
bu durum da, bizim metafizik kavramını az ya da çok dar bir ifadenin içine hapsetmemize izin vermez. Onun ne denli
kesin bir tanımı yapılmaya uğraşılırsa, aslında o denli eksik bir tanımı
yapılmış olur.
Bizim metafizik için bilim (science) değil
de bilgi (connaisance) terimini kullanmaktaki amacımız, metafizik ile -cüz'i şeylerin şu ya da bu belirli
yönünü konu olarak alan- çeşitli bilimler arasındaki derin ayrımı vurgulamaktır. Burada, temelde
külli ile cüz'i arasındaki ayrılıkta, bir zıtlık şeklinde kavranılmaması gereken ayrılık
söz konusudur. Zira bu iki terim arasında hiçbir ortak ölçü, olası bir simetri ya da koordinasyon ilişkisi
yoktur. dolayısıyla metafizik ile bilimler arasında alanları birbirinden derinlemesine ayrı olduğu
için hiçbir zıtlaşma ve çatışma söz konusu olmaz. Din için de bu tamamen böyledir. bununla birlikte, söz
konusu ayrımın konuların kendileri ile ilişkili olmayıp onlara bakış açımızla
ilişkili olduğunu iyi anlamak gerekir. Hindu doktrinin çeşitli dallarının aralarındaki ilişkinin
kavranılmasının gerektirdiği tarza ilişkin özellikle ifade edeceklerimiz açısından oldukça
önemlidir. Bir ve aynı konunun çeşitli bilimlerce çeşitli tarzlarda öncelenebileceği kolayca anlaşılabilecek
bir husustur. Yine cüz'i tarzda değerlendirilemeyecek olan şey gibi, birtakım cüz'i ve özel bakış
açılarından değerlendirdiğimiz her şey de, iyi bir uyarlama (transposition) ile, hiç de özel bir
bakış açısı olmayan külli bakış açısından değerlendirilebilir. Bu şekilde,
metafiziğin alanının herşeyi içerdiği söylenebilir, bu da onun -olması gerektiği gibi-
gerçekten külli olması için gereklidir. Böyle olmakla birlikte değişik bilimlerin özgül alanları metafiziğin
alanından ayrıdır, zira metafizik özel bilimlerle aynı zeminde bulunmadığından, hiçbir
ölçüde onlarla benzeşik değildir. Öyle ki, vardıkları sonuçlar arasında asla bir kıyaslama yapılamaz.
Diğer yandan metafiziğin alanı "burada neyin söz konusu olduğundan hiç haberleri dahi olmayan filozofların
zannettikleri gibi" hiçbir biçimde çeşitli bilimlerin -gelişmelerindeki az ya da çok eksiklikler nedeniyle- henüz
kavrayamadığı bir alanı da içermez. O, mahiyeti itibariyle, bu bilimlerin sahalarından kaçan ve onların
ulaşabilecekleri alanları engincesine aşan bir alandır. Tüm bilimlerin alanları daima, çeşitli
tarzlarda deney konusu olan alanlardır. Oysa metafiziğin alanı -fiziğin ötesinde ve dolayısıyla
deneyimin de ötesinde olması nedeniyle-, hiçbir deneyi mümkün olmayanı içeren bir alandır. Ayrıca, her
özel bilimin alanı, şayet mümkün olabilip de sınırsızca büyüyebilse dahi metafiziğin alanı
ile hiçbir biçimde en ufak bir temas noktasına bile ulaşamaz.
Bunlardan doğrudan doğruya çıkan
sonuç, metafiziğin nesnesinden söz edildiğinde şu ya da bu bilimin özel araştırma nesnesine az çok
benzer olan herhangi bir şeyin düşünülmemesinin gerektiğidir. Aynı zamanda bunun, daima kesinlikle aynı
olan hiçbir ölçüde değişime, zamanın ve mekanın etkilerine tabi olmayan bir nesne olması gerekir.
Mümkin, arızi, değişken, aslında zorunlu olarak cüz'i alanla ilişkili olan şeylerdir. Hatta
bunlar, cüz'i şeyleri koşullandıran karakterlerdir ya da daha kesin bir ifadeyle, eşyanın çeşitli
razlarıyla cüz'i görünümleridir. Dolayısıyla, metafizik söz konusu olduğunda, zaman ve mekana göre değişebilecek
olan sadece konunun konuluş tarzıdır. Yani metafiziğe büründürülen az ya da çok zahiri ve çeşitli
görüşlere uyarlanmış olan biçimlerdir. Yine, kuşkusuz insanların -ya da insanların çoğunluğunun-
gerçek metafiziğe ilişkin bilgisizlik ya da bilgili olma durumlarıdır. Oysa aslında, gerçek metafizik
daima kendi kendisiyle tamamen özdeş olarak kalır. Zira onun nesnesi aslında "bir"dir (tek'tir) ya da Hinduların
dedikleri gibi, "ikiliksizlik"tir (sans dualite). Ve bu nesne, daima -"doğanın ötesinde" olması nedeniyle-
değişmenin de ötesindedir. Arapların Tevhid öğretisi tekdir" ("La doctrine de l'Unite' est unique) derken,
ifade etmek istedikleri de budur.
Bu söylediklerimize metafizikte hiçbir
yeni bilginin mümkün olmadığı da ekleyebiliriz. Zira, hiçbir özel ve zahiri araştırmaya tabi olmayan
bir bilgi tarzı söz konusu olduğunda, bilinebilecek olan her şey, ancak her çağda daima birtakım
kişilerce bilinmiş olan şeylerdir. Metafiziğe ilişkin geleneksel doktrinlerin derinlemesine incelenmesinden
çıkan sonuç da gerçekten budur. Ayrıca, evrim ve ilerleme mefhumlarının biyoloji ve sosyolojide göreli
bir değer taşıdıkları kabul edilse bile -ki bu, kanıtlanmış olmaktan çok uzaktır-
bu mefhumlar, 18. yüzyılın sonuna dek Batılılar'a da olduğu gibi -ki Batılılar bugün bunların
insan zihninin temel ögeleri olduğuna inanmaktadırlar- Doğulular'a tamamen yabancıdır. Bu durumun,
"tarihsel yöntem"in metafizik düzeyde olana uygulamaya yönelik tüm girişimleri kesin olarak mahkum ettiğini iyice
vurgulayalım. Gerçekte, metafizik bakış açısı, tarihi bakış açısına -ya da sözde
öyle olana- kökten zıttır ve bu zıtlıkta sadece bir yöntem sorununu değil, aynı zamanda ve özellikle,
daha da ciddi olarak gerçek bir ilke sorununu görmek gerekir. Zira metafizik bakış açısı gerçekten değişmezliği
açısından evrim ve gelişme mefhumlarının inkarıdır. Yine metafiziğin ancak metafizik
olarak incelenebileceği söylenilebilir. Burada, bu bağlamda yeri olmayan ve -külli düzeyde ve dolayısıyla
gerçekten cüz'i 'nin ötesinde olması nedeniyle kaçınılmaz olarak cüz'i etkinlikleri aşan- metafizik doktrine
uygulanamayacak olan cüz'i etkiler gibi imkanları hesaba katmaya gerek yoktur. Zaman ve mekan durumları bile tekrar
vurguluyoruz, ancak zahiri ifade üzerinde etkili olabilirler, yoksa hiçbir biçimde doktrinin esası üzerinde etkili olamazlar.
Nihayet, metafizikte, görelinin ve mümkinin alanındaki gibi az ya da çok değişken "inanç"lar ya da "görüş"ler
söz konusu değildir. Zira sürekli ve değişmez kesinlik sözkonusudur.
Aslında, bundan dolayısıdır
ki, metafizik hiçbir biçimde bilimlerdeki göreliliğe katılmaz. O, mutlak kesinliği asli karakter olarak içermek
zorundadır. Bu özellikle araştırma nesnesi bakımından olmakla birlikte, yöntemi bakımından
da böyledir. Böyle olmadığında, yöntem diyeceğimiz bu şey araştırma nesnesine uygun düşmez.
Dolayısıyla metafizik kesinlik taşımayan tüm kavrayışları zorunlu olarak dışlar.
Buradan da, bizatihi metafizik gerçekliklerin hiç bir biçimde tartışılmaz oldukları ortaya çıkar.
Sonra şayet kimi kez tartışma ve zıtlaşma çıkıyorsa, bunun kesinlikle bu hakikatlerin eksik
bir sunuluşundan ya da yetersiz bir kavranılışından başka bir nedeni olamaz. Zaten, bu konudaki
her açıklama kaçınılmaz olarak eksik kalacaktır. Zira metafizik ma'kûller, külli mahiyetleri nedeniyle
hiçbir zaman tamamen ifade, hatta tamamen tahayyül bile edilemez. Özlerinde, ancak saf ve "biçimi olmayan" zeka tarafından
kavranabilir. Mümkün tüm biçimleri geniş ölçüde -dilin onları daima sınırlayan ve doğalarını
bozan ifadelerini de özellikle- aşarlar. Bu ifadeler, bütün simgeler gibi, ancak kendisinde ifade edilemez olarak klanı
kavramakta hareket noktası, deyim yerindeyse, "dayanak" işlevi görür. Bunu ise herkes kendi kapasitesine göre kavramak
ve yine kapasitesi ölçüsünde, biçimsel ve sınırlı ifadenin kaçınılmaz eksikliğini tamamlamak
durumundadır. Ayrıca Avrupa dilleri gibi özellikle modern -ve dolayısıyla metafizik hakikatleri ifade
etmeye o denli elverişsiz- olan dillerde, bu ifadelerin azami eksiklik içerecek oldukları da açıktır.
Tercüme ve uyarlama güçlüklerine ilişkin olarak daha önce belirtmiş olduğumuz gibi metafizik daima, özü açısından,
bir ifade edilemezlik payı taşır.
Bu külli nizama ait bilgi, cüz'i şeylere
ilişkin bilgiyi koşullandıran şeyler ile özne-nesne ayırımının genel ve temel tipini
oluşturduğu ayrılıkları tamamen ötesinde olmak durumundadır. Yine, bu metafiziğin nesnesinin
başka herhangi bir bilgi türünün özel araştırma nesnesiyle hiçbir biçimde kıyaslanabilir olmadığını
ve hatta onun sadece kıyasi anlamda -o da adlandırmak gereksinimi nedeniyle- nesne olarak adlandırılabileceğini
gösterir. Aynı şekilde, metafizik bilginin vasıtasından söz edilebilecek olursa, o vasıta -özne ile
nesnenin ittisal etmiş olduğu- bilginin kendisidir. Bu demektir ki, deyim yerindeyse, bu vasıta hiçbir biçimde
bireysel insan gibi istidlali (discursive) bir şey değildir. Belirtmiş olduğumuz gibi, cüz'inin ötesinde
ve sonuç olarak, rasyonelin ötesinde olan, hiçbir biçimde akıl dışı (irrationnel) olmayan bir düzey söz
konusudur. Metafizik akla aykırı olmaaz, fakat -burada onun alan ve sınırını aşan, hakikatlerin
zahiri ifadelerin de işin içine girmesiyle, ancak tamamen ikincil bir rol oynayabilen- aklın üstündedir. Metafizik
hakikatler ancak cüz'i düzeyin ötesinde bir düzeydeki meleke ile kavranılabilir. Bu kavrama işleminin doğrudan
oluşu (dolaysızlığı) onun sezgisel (intuitive) olarak nitelendirilmesini mümkün kılar. Ancak
tabii ki bunun, bazı çağdaş filozofların sezgi (intuition) olarak adlandırdıkları ve aklın
-üstünde değil de- altında olan, salt duyusal (sensitive) ve dirimsel meleke ile hiçbir ortak yanı olmadığını
eklemek koşuluyla. Dolayısıyla, buradaki melekenin modern felsefenin -onu anlayamadığı için-
varlığını inkar ettiği ya da en azından habersiz göründüğü entellektüel sezgi olduğunu
belirtmek gerekir. Ona, yine Aristo ve onun skolastik izleyicilerine uyarak -ki, Aristo'ya göre4 akıl, aslında
ilkelerin bilgisine dolaysız olarak sahip olandır-, saf akıl da denilebilir. Aristo, özellikle "aklın
bilimden-yani, sonuçta, bilimi oluşturan akıldan- daha hakikat olduğunu" fakat, "akıldan (intellect) daha
hakikat olan herhangi bir şeyin de bulunmadığını -zira onun, işleminin dolaysız olması
ve nesnesinden hiçbir biçimde ayrı olmamakla hakikat ile bir olması nedeniyle zorunlu olarak yanılmaz olduğunu-
ifade eder.
Metafizik bilgi ile bilimsel bilgi arasındaki
ayrılığın ne olduğu en derin anlamıyla şimdi kavranabilir; birincisi (metafizik bilgi),
alanını külli'nin oluşturduğu saf akıldan kaynaklanır; ikincisi ise alanını genel'in
oluşturduğu akıldan kaynaklanır, zira Aristo'nun dediği gibi, "ancak genel olanın bilimi olur".
Dolayısıyla külli ile genel'i, Batılı mantıkçıların -ki, bunlar suistimal niteliğinde
olarak genel'e külli (tümel) adını verdiklerinde bile gerçekte hiçbir zaman genel'in ötesinde yükselmemişlerdir-
çok sık olarak başlarına geldiği üzere, hiçbir zaman birbirine karıştırmamak gerekir. Bilimlerin
bakış açısı, belirtmiş olduğumuz üzere, cüz'i düzeydedir; yani, genel hiçbir zaman cüz'i'ye
zıt değildir. O yalnızca özel'e zıttır. O, gerçekte, yayılmış olan cüz'idir. Ancak
cüz'i, doğasını yitirmeden, kısıtlı ve sınırlayıcı koşullarından
kurtulmadan, sınırsızca yayılabilir. İşte bu nedenledir ki biz, bilimin daima derinlemesine
olarak ayrı kalacağı -zira külli'nin bilgisi yalnızca metafiziktir-, metafizik ile asla birleşmeden
sınırsızca yayılabileceğini söylüyoruz.
Artık metafizik yeterince nitelemiş
olduğumuzu düşünüyoruz. Daha fazlası, metafizik doktrini sunmaya başlamak olur, ki onun yeri burası
değildir. zaten burada sunduğumuz veriler, sonraki bölümlerde ve özellikle metafizik ile modern Batı'da genel
olarak felsefe diye adlandırılmış olan arasındaki farktan söz edildiğinde tamamlanacaktır.
Temeldeki özdeşliğin yüzeysel bir gözlemcinin gözünden kaçmasına neden olabilecek denli büyük biçim farklılıklarına
rağmen, tüm söylemiş olduklarımız, hiç kısıtlamasız, Doğu'nun geleneksel doktrinlerinin
tümüne uygulanabilir. bu metafizik kavrayışı hem Taoizm, hem Hindu doktrini hem de İslam'ın din-ötesi
ve derûnî yönü açısından geçerlidir. Oysa, Batı dünyasında bu metafizik kavrayışa uyan herhangi
bir şey var mıdır? Halihazırdaki duruma bakıldığında bu soruya ancak olumsuz yanıt
verilebilir kuşkusuz. zira modern felsefi düşüncenin kimi kez metafizik adı altında sunduğu şeylerin
burada ifade etmiş olduğumuzla hiçbir tekabüliyeti yoktur.
Bu konuya daha sonra döneceğiz. Ancak
Aristo'ya ve skolastik doktrine ilişkin olarak ifade ettiklerimiz, en azından o zamanlar, tam anlamıyla değilse
de bir ölçüde metafiziğin gerçekten var olmuş olduğunu gösteriyor. Bu kısıtlılığına
rağmen, o zamanlar şimdiki modern zihniyetle en ufak bir eşdeğerine rastlanmayan -çünkü onları kavramak
modern zihniyete adeta yasaklanmış gibi görünür- bir şeyler vardı. Öte yandan, böyle kısıtlama
yapmamız gerekmişse, bunun nedeni, daha önce belirtmiş olduğumuz üzere- en azından klasik antikiteden
itibaren- Batı entellektüalitesindeki gerçek anlamdaki sınırlanmalardır. Bu bağlamda, Yunanlılarda
sonsuz mefhumunun hiç bulunmadığını belirttik. Modern batılılar niçin sonsuzu (infini) düşündüklerini
zannederken, hemen daima -yalnızca sınırsız (indefini) olan -uzayı düşünürler. Ve neden -aslında
"zaman-dışı" (non-temps) olan- kıdemi daima, deyin yerindeyse- zamanın sınırsız bir
uzanımından ibaret olan-, süreklilik (perpetuite) ile karıştırırlar? Ve yine niçin bu tür yanlış
anlamalar Doğulular'da hiç olmaz? Bu sorunun yanıtı -hemen hemen yalnızca duyularla algılanır
olan şeylere yönelmiş bulunan- Batı zihniyetinin, akletmekle (concevoir) hayal etmeyi (imaginer) sürekli olarak
birbirine karıştırmasıdır. Öyle ki, bu zihniyete göre, hiçbir duyusal algı sağlamayan herhangi
bir şey -bu nedenle- düşünülemez. Yunanlılarda bile muhayyile melekesi baskındı. Bu meleke kuşkusuz,
saf düşüncenin zıttıdır; bu koşullarda, sözcüğün tam anlamında bir entellektüellik var
olamaz, dolayısıyla metafiziği kavrayış da söz konusu olamaz. Bu değerlendirmelere bir diğer
karışıklık olan akli ile entellektüelin birbirine karıştırılması eklenecek olursa,
özellikle modenlerdeki, sözde Batılı entellektüelliğin, gerçekte -tümüyle cüz'i ve formel melekeler olan- akıl
ile hayal gücünün kullanılmasından başka şey olmadığı görülür. O zaman da, onunla -doğru
ve geçerli bilginin ancak deruni kökü külli'de ve biçimsel olmayanda bulunanla ilişkili bilginin olabileceğini düşünen
-Doğu entellektüelliği arasındaki farklılık ortaya çıkar.
Rene Guenon Türkçesi Lütfi F.Topaçoğlu
4. Posterior Analytics, II. kitap
Yukarıdaki yazı Rene Guenon; "Doğu Düşüncesi", İz Yayıncılık,
İstanbul, 1997'dan alınmıştır.
|