MODERN BİLİM
VE İNSANIN DÜŞÜŞÜ
Bugün hızla aşağıya
yuvarlanan ve bir çıkmaza doğru giden modern bilim, tefekküre dayanan ve hala canlı olan medeniyetlerin karakteristik
bir özelliği olan "mekansal" dengenin kaybedilişinin bir başka örneğidir. Yaptığımız
bu modern bilim eleştirisi, onun güç ve kapasitesi içinde olan belli total bilgiyi elde edebileceği bir durumda
olduğu iddiasına ve ancak duyu-üstü ve gerçekten akli bir hikmetle elde edilebilecek -ki modern bilim bunu reddeder-
bilginin intac ettiği sonuçlara sahip olduğu varsayımına dayanmaktadır. Başka bir deyimle, modern
bilimin temelli battaldır, çünkü modern bilim Akıl ve Vahyin yerine us ve deneyi koymuştur -sanki deneysel
temellere dayanarak total bilgi elde etmek çelişkili değilmiş gibi- ve yine çünkü evrensel Cevher'in yerine
maddeyi koyarak ya evrensel İlke'yi reddetmiş ya da onu maddeye yahut her türlü aşkından arındırılmış
sahte bir tür mutlaka indirgemiştir.
Her çağda ve her
bölgede vahiyler, dinler, hikmetler bulunmuştur; gelenek, insanlığın bir parçası iken insan da geleneğin
bir parçasıdır. Vahiy, bir anlamda evrensel Aklın tezahürünün alıcısı durumunda olan total bir
topluluğun yanılmaz aklıdır. Bu aklın kaynağı elbette bizatihi topluluk değildir;
bu kaynak etnik özellikleri yahut zihni şartları açısından başka beşeri guruplardan ayrılan
belli bir entellektüel yahut ilahi Akıl'dır. Vahiy, "doğaüstüdür" demek onun tabiata zıt olduğu demek
değildir; tabii burada kastettiğimiz anlamda doğa belli bir gerçeklik düzeyinde mümkün olan herşeyin temsilcisi
olan bir bütündür; bilakis, Vahyin doğaüstü olması onun "doğal" düzeyde ortaya çıkmaması demektir.
Bu "doğal" düzeyden kastımız fiziksel sebepler ile duyusal ve zihni fenomenlerdir.
Modern bilimin güç sınırları
içerisinde yeralan bir alanda çalışması ve kesin sonuçlar çıkarması eleştirilemezse bile şunu
ilave etmeliyiz ki bir bilim yahut sanatın ilkesi, alanı ve tekamülü hiçbir zaman ne Vahiy'den ne de manevi hayat
ve sosyal dengenin ihtiyaçlarından bağımsız olabilir; zira bilim ve sanat gibi kendisi şarta bağlı
olan birşeyin sınırsız haklara sahip olması anlamsızdır. Daha önce de ifade ettiğimiz
gibi modern bilim, kendi alanı dışındaki hiçbir bilgiyi kabul etmemekle total ve tam bilgi iddiasında
bulunmaktadır; fakat öte yandan onun kendisini empirik ve dogmatik olamayan bir bilgi olarak tanımlaması bir
tezattır. Tüm "dogmatizmi" ve a priori bilgiyi reddetmek aklını tamamiyle kullanamamak demektir.
Bilim bize sadece mekanda
olanı değil, zamanda olanı da haber vermelidir. Şurasını hiç kimse inkar edemez ki Batılı
bilim çok sayıda gözlemde bulunmuştur; ama şu da bir gerçektir ki, modern bilim, bir mitolojiye ve yeterli
bir sembolizme sahip olan Sibirya Şamanlarından daha cahildir zaman konusunda. Elbette ilkel bir avcının
maddi bilgisi ile modern bir fizikçinin bilgisi arasında uçurum mevcuttur, ama bilinebilen eşyayla karşılaştırıldığında
bu uçurum çok küçük görülür.
Yine de modern bilimin
bazı branşlarının kazandığı kesinlik, beklenmeyen bir yönden yani psikoanaliz ve "surrealizm"
gibi diğer akıldışı öğretilerce ciddi bir biçimde tehdit edilmiştir; bunlara varoluşçuluğu
da ekleyebiliriz. Kendi kendine yeterli olduğunu iddia eden bir rasyonalite, bu tür eğilimlere engel olamaz; hatta
bir de alanının dışında olan fenomenlerin psikolojik yorumu iddiasında bulunuyorsa.
Duyusal alemin küllerinden
ortaya çıkan ve bu dünyanın yeniden keşfine kendini adayan bir bilimin duyusal olanı temel alıp duyu-üstü
herşeyi ve bu arada Allah, ruh, öteki alem ve saf Aklı inkar etmesi şaşırtıcı değildir.
Bu bilim aynı sebepten ötürü düşüşle ortaya çıkan durumu düzeltecek tek şey olan Vahyi de reddeder.
Deneysel bilimin gözlemlerine göre üstümüzde duran mavi gök Allah’tan gelen bir gök değil, atmosferde kırılan
ışığın meydana getirdiği birşeydir ve bu yüzden de ilahi olamaz. Görülen gök ile semavi
Cennet arasında kurulan bağın eşyanın tabiatından değil de hayal ve duygusalllıkla
karışık bir cehaletten geldiğini iddia etmek yanlıştır. Zira mavi gök, Varoluşun yüksek
ve dolayısıyla duyu-üstü varlık derecelerinin doğrudan ve yeterli sembolü olup bu varlık derecelerinin
uzak bir yansımasıdır. Bu fikrimizi Kutsal Kitaplar ve sayısız insanın sezgisi de desteklemektedir.
Bu öylesine somut bir semboldür ki semavi tezahürler duyu alemimizde vuku bulduğu zaman yere "inerler" ve sonra tekrar
Sema'ya "yükselirler;" duyuların ulaştığı bu sembolizm duyu-üstü gerçekliğin bir yansımasıdır.
Işık-yılları ve zaman-mekan ilişkisinin izafiyetinin fenomenlerin "kesin" ve "olumlu" sembolizmi
ve onların semavi varlık düzeyleriye olan analojik ve ontolojik bağlarıyla hiçbir alakası yoktur.
Sembolün optik bir illüzyon olması, onun etkisini ve kesinliğini zedelemez, çünkü uzaydaki ve galaksilerdekiler
de dahil olmak üzere tüm fenomenler esas itibariyle izafiyetin yarattığı yanılsamalardır.
Modern bilimin etkilerinden
biri de ancak esoterizmin çözebileceği sorunlar yaratarak dine ölümcül bir darbe vurmasıdır, ama ne yazık
ki, bu problemler çözümsüz kalmıştır, zira esoterizm bunlara pek kulak vermemektedir. Bu problemlerle karşı
karşıya kalan din, silahsız durumdadır ve bu nedenle maalesef düşmanının argümanlarını
kullanmak zorunda kalmıştır. Böylece de giderek kendi perspektifini yanlışlamaya yol açacak girişimlerde
bulunmaktadır. Bundan dinin öğretisi etkilenmemektedir, ama düşmanından aldığı yanlış
fikirler, onu içeriden vurmaktadır. Buna örnek olarak modernist yorum, din adamlarına kadar inmiş demogojik
fikirler, Theilhard de Chardin'in Darvinizmi, "çalışan papazlar" ve sürrealist ve "soyut" etkilere kapılan
"kutsal sanat" gösterilebilir. Elbette bilimsel keşifler, dinin geleneksel pozisyonu ile çelişmemekte ama bunu dile
getirecek kimse görünmüyor ortalıkta buna karşılık gittikçe birçok inanan dinin artık kendisini "asırların
tozundan kurtarmasını"düşünmektedir ki bu, dinin asıl özünden kopmasıyla aynı anlama gelir.
Bir yandan metafizik yahut esoterik bilginin yokluğu diğer yandan bilimsel keşifler ve kolektif bilinçle gelen
güç, dini savunmasız bırakmış ve kendi argümanlarını dahi kullanamayacak bir mağdur durumuna
düşürmüştür. Bugün bilimin meydana getirdiği dünyanın bir yandan amaçları araçlara ve araçları
amaçlara dönüştürdüğü ve diğer yandan mistik bir kıskançlık, acı ve nefret oluşturarak
niteliksel ayırımları ortadan kaldıran yüzeysel bir materyaliz ortaya çıkardığı kolaysa
ispat edilebilir. Ayrıca kendi içinde tarafsız olan -çünkü olgu, olgudur- bilim, Varoluş bilgisine sahip olmadığı
için bu olguları total bir dünya görüşü çerçevesinde nötralize edemeyen insanların elinde bir tefessüh ve tahrip
aracı haline gelmiştir. Şurası da açıktır ki, bilimin felsefi sonuçları çelişkilerle
dolu olduğu gibi temelde yanlış ve insan tabiatına zıt varsayımlara dayanan bir psikoloji altında
incelenen insan hakkında çok yanlış fikirler edinilmiştir.
Modern bilim kendini
dünyada hakikatın esas temsilcisi olarak takdim etmektedir; bu bakış açısına göre Charlemagne'yi
bilmek demek onun beyninin ağırlığını ve onun ne kadar uzun olduğunu bilmekle eş anlamlıdır.
Fakat total hakikat bakış açısından dünyanın Allah tarafından altı günde yaratıldığını
ve öteki dünyanın düz olan yeryüzünün altında yahut dönen gökcisimlerinde bulunduğuna inanmak, fenomenlerin
insan hayatına anlamını veren ve beşeri durumu belirleyen aşkın bir Gerçekliğin tecellisi
olduğunu bilmeden iki nebula arasındaki uzaklığı bilmekten bin kere iyidir. Prometeci bir bilginin
asli ve kurtarıcı hakikati yokedeceğinin bilincinde olan büyük gelenekler tamamen harici olan böylesine bir
bilginin peşinde koşmayı asla teşvik etmemişlerdir. Çünkü böyle bir teşebbüs insan için ölümcüldür.
Bugünlerde her bilimsel gelişme "insan ırkının şerefi" olarak gösterilmektedir; halbuki insanoğlu
ancak kendini aşmakla ve Mutlak'ın bilincine vararak şeref kazanabilir.
Bugün çoğu insanın
zihninde deneysel bilim, neticelerinden dolayı haklı bir konumdadır; belli bir bakış açısından
bu gelişmeler gerçekten baş döndürücüdür. Fakat iyi neticelerin kötü neticeler tarafından bastırıldığı
gerçeği ve bilimsel dünya görüşünün olumlu neticelerinin bile tazmin edemeyeceği manevi tahribat gözlerden
kaçmaktadır. Burada Hz. İsa'nın unutulmuş sözünü yeniden hatırlayalım. "Ruhunu kaybetmiş
bir insan tüm dünyayı ele geçirse bile hiçbir şey ona fayda vermez." (Mark, viii. 36)
Frithjof Schuon
Derleyen ve Çeviren
Şahabeddin Yalçın
Yukarıdaki yazı,
Frithjof Schuon, "Varlık, Bilgi ve Din" İnsan Yay. İst. 1997'den alınmıştır