METAFİZİK
ÜZERİNE
Fi'l-İlâhiyyât
Birinci Fasıl
İlimler Arasında İlk Felsefenin (Metafizik) Mâhiyetini
Açıklamak
Üzere Onun Konusunu Araştırmaya Başlangıç Hakkında
Rahmet ve tevfik sahibi Allah'ın
bizi başarılı kılması üzerine mantık, fizik ve matematik ilimlerine dair gerekli bilgileri sergilediğimize
göre şimdi bize düşen, felsefi kavramların tarifini açıklamaktır. Allah'ın yardımını
isteyerek başlıyor ve diyoruz ki:
Felsefî ilimler -başka kitapların
değişik yerlerinde gösterildiği gibi- nazarî ve amelî (teorik ve pratik) olmak üzere ikiye ayrılır.
Bunların arasındaki farka işaretle denilmiştir ki, nazarî olanla, bilfiil aklın oluşması
sonucu nefsin nazarî gücünün yetkinlik kazanması amaçlanır. Bu da bizim durum ve davranışlarımızın
katkısı olmaksızın meydana gelen kavram ve önerme bilgisinden ibarettir. O halde nazarî felsefede gâye,
bir görüş ve bir inancın oluşmasıdır, fakat bu, bir iş ve davranışın nasıl
olacağına veya onun ilkesinin nasıl olduğuna ilişkin bir görüş ve inanç değildir. Amelî
felsefede ise öncelikle doğrudan bizim davranışlarımız sonucunda kavram ve önerme bilgisinin meydana
gelmesiyle nazarî gücün yetkinleşmesi; ikinci olarak da ahlâk sayesinde amelî gücün olgunlaşması amaçlanır.
Yine nazarî olanın fizik, matematik
ve metafizik olmak üzere üç kısma ayrıldığı anlatılmıştı. Fiziğin konusu
hareketli ve hareketsiz (sâkin) oluşu bakımından cisimler ve bu açıdan
onlara ilişkin arazların araştırılmasıdır. Matematiğin konusu ya doğrudan maddeden
soyut nicelik ya da nicelikli olandır. Burada araştırılan, nicelik olması bakımından niceliğe
ilişkin durumlardır. Onların tanımında madde türünden veya hareket gücünden söz edilmez. İlahiyât
ise mâhiyet ve tarif bakımından maddeden ayrık şeyleri araştırır. Yine sen duymuş
olmalısın ki, metafizik; fizik, matematik ve bunlara ilişkin şeylerin ilk sebeplerini, sebeplerin sebebi
ve ilkelerin ilkesi olan şânı yüce Allah'ı araştırmalarına konu edinmiştir. İşte
önceki kitaplardan öğrendiğin bu kadardır. Hatırlıyorsan, metafiziğin konusunun gerçekte ne
olduğu hakkında bundan anlayabildiğin, yalnız mantık külliyâtından Kitabü'l-Burhân'da işaret edildiği ölçüdedir. Şöyle ki, öteki ilimlerin sana kazandırdığı
şey onun konusu, gâyesi ve kanıtlama yöntemlerinin kabul edilen ilkeleridir. Şimdi sen bu ilmin konusunun ne
olduğunu henüz hakkıyla bilmiş değilsin. Konusu, İlk Sebeb'in zâtı mı -öyleyse maksat O'nun
sıfat ve fiillerini bilmek demektir-, yoksa başka bir şey midir?
Yine sen ortada gerçek bir felsefenin,
bir ilk felsefenin bulunduğunu, bu felsefenin öteki ilimlerin ilkelerini düzenlediğini ve gerçek hikmetin bu olduğunu
duymuş olmalısın. Bazen "Hikmet en değerli olanı en değerli bilgiyle bilmektir", bazen "Hikmet
en doğru ve en sağlam bilgidir", bazen de "Hikmet tüm varlığın ilk sebeplerini bilmektir" diye tarif
edildiğini duymuş olmalısın. Halbuki sen, bu İlk Felsefenin ve hikmetin ne olduğunu bu üç tarif
ve niteliğin bir disipline mi yoksa çeşitli disiplinlere mi ait olduğunu, her birine hikmet denilip denilmeyeceğini
bilmiş değilsin!
İmdi, biz sana araştırmakta
olduğumuz bu ilmin İlk Felsefe olduğunu ve onun da mutlak hikmeti ifade ettiğini açıklayacağız.
Ayrıca hikmetin tanımıyla ilgili sözkonusu üç niteliğin bir disipline ait nitelikler sayıldığını,
onun da işte bu disiplin olduğunu izah edeceğiz. Her ilmin kendine özgü bir konusunun bulunduğu bilinmektedir.
Öyleyse biz bu ilmin konusunun ne olduğunu araştıralım ve bakalım bu ilmin konusu şânı
yüce Allah'ın mâhiyeti mi, değil mi? Yoksa O, bu ilmin prablemlerinden (metalib)
biri mi?
Deriz ki: Her ilmin konusu o ilmin kendi
içinde bulunduğuna ve o ilmin sadece meseleleri araştırıldığına göre, Allah'ın konu
olması mümkün değildir. Bu husus başka yerlerde ortaya konmuştu. O halde şânı yüce Allah'ın
bu ilmin konusu gibi görülmesi mümkün olmayıp, aksine O, bu ilmin içinde [başlıca] bir problemdir. Zira böyle
olmaması halinde ya bu ilmin konusu ve başka bir ilmin problemi olacak ya da bu ilmin konusu sayılacak, fakat
başka ilmin de problemi olmayacak. Halbuki her iki ihtimal de geçersizdir. Başka bir ilmin problemi olması
mümkün değildir, çünkü başka ilimler ya siyaset ya fizik ya matematik veya mantıktır. Felsefî ilimlerde
bu taksimin dışında bir ilim yoktur. Bu ilimlerin hiçbirisi şânı yüce Allah'ın ispatını
araştırma konusu yapmak, yapması da mümkün değildir. Bunun böyle olduğunu, sana tekrar tekrar anlattığım
esaslar üzerinde biraz düşünmekle anlarsın. Ayrıca Allah'ın başka bir ilmin problemi olmaması
da mümkün değildir. Zira o takdirde ya hiçbir ilme problem olmayacaktır ki, o zaman ya kendiliğinden açıkça
bilindiği veya düşünceyle açıklanmasından ümit kesildiği [kabul edilecektir]. Halbuki O, ne
kendiliğinden açıkça bilinir ne de -varlığına delil bulunduğundan- açıklanmasından
ümit kesilir. Sonra, açıklanmasından ümit kesen biri O'nun varlığını nasıl kabul edebilecektir
ki! Öyleyse geriye O'nun araştırılmasının yalnız bu ilimde olacağı hususu kalmaktadır.
Allah hakkında araştırma
iki yönlüdür. Birincisi, O'nun varlığının, ikincisi ise sıfatlarının araştırılmasıdır.
O'nun varlığı bu ilimde araştırıldığına göre O'nun bu ilmin konusu olması
mümkün değildir. Çünkü birazdan sana açıklayacağımız gibi, hiçbir ilim kendi konusunu ispata çalışmaz.
O halde Allah'ın varlığının incelenmesi ancak bu ilmin problemleri arasındadır. Zira bu
ilmin durumundan, onun tamamen maddeden ayrık varlıkları araştırdığını anlamış
olmalısın. Fizik ilminde gördüğün gibi, Tanrı (ilâh) cisim ve
cisimdeki bir güç olmayıp O, maddeden uzak, hiçbir bakımdan hareketle ilişkisi bulunmayan bir tek varlıktır.
Öyleyse O'nun incelenmesi bu ilimde olacaktır. Yine fizik ilminde O'nun fiziki varlıklara yabancı olduğunu,
fizikte sözü edildiği halde fizikî varlıklardan olmadığını görmüştün. Ancak bununla insanın,
İlk İlke'nin hakikatine bir an önce vâkıf olması amaçlanmış ve böylece diğer ilimlerden
yararlanarak O'nun hakkında gerçek bilgiye burada ulaşılacağı hususuna yönlendirilmesi istenmiştir.
Allah'ın bu ilmin konusu olmasına imkan bulunmadığına göre, öyle olmadığı halde onun
konusu olan sanatların bulunduğunu anlamışsındır. O halde bakalım bu ilmin konusu tümüyle
varlığın en son sebepleri mi, -bazılarının sandığı gibi- dört sebepten sadece
biri mi? Oysa bu sözkonusu değildir.
Ancak sebeplerin hepsinin incelenmesi,
bunların ya var olmaları veya mutlak sebep olmaları ya da kendine özgü bir şekilde dört sebepten biri
olmalarındandır. Demek istiyorum ki, bunların incelenmesi bu etkin (fâil),
bu edilgin (kâbil), öteki başka bir şey veya bunların hepsinin toplamı
olması yönündendir. O halde deriz ki, sebeplerin mutlak sebepler olarak incelenmesi mümkün değildir. Zira o takdirde
bu ilmin amacı sebep olmaları bakımından sebeplere ilişkin hususları araştırmak olurdu.
Birkaç bakımdan bunun böyle olmadığı anlaşılır:
1. Bu ilim (metafizik) küllî, cüz'i, güç,
fiil, imkân, zorunluluk ve benzeri kavramlarda olduğu gibi sebep olmaları bakımından sebeplere özgü nitelikleri
araştırıyor değildir.
2. Çok açıktır ki bu kavramlar
başlı başına birer araştırma konusudur. Sonra bunlar fizik ve matematiğe özgü nitelikler
olmadığı gibi aynı şekilde pratik (amelî) ilimlere özgü de
değildir. Öyleyse bunların araştırılması ilimler arasında bu ilme (metafizik) düşmektedir.
3. Mutlak sebeplerin bilgisi, sebeplilerin
sebeplerinin bilgisinden sonra elde edilir. Zira biz, sebepli varlıkların sebeplerini yani kendilerini önceleyen
varlıkla olan ilişkilerini göstererek ispat etmedikçe akıl mutlak sebebip ve herhangi bir sebebin varlığını
kabule yanaşmaz. Duyuya gelince, o ancak tamamlayıcı bir bilgi sağlar. İki şey birbirini tamamladığında
ise birinin diğeri için sebep olması zorunludur. Bildiğin gibi duyu ve tecrübenin sağladığı
verilerin çokluğu sonucu zihinde oluşan bilgi güvenilir olmayıp, bunlar ancak çoğunlukla olan şeylerin
tabîi ve ihtiyarî bilgisiyle güvenilir hale gelir. Gerçekte bu, sebeplerin ispatına yani onların varlığının
kabullenilmesine bağlı bir durumdur. Ne var ki bu apaçık (aksiyomatik) olmayıp gözleme dayanan bir bilgidir.
Zaten bunların arasındaki farkı sen biliyorsun. Öyleyse aklın kabule yanaştığı şey,
kendiliğinden bilinen apaçık bir şey olmayıp, olayların kendiliğinden apaçık olarak bilinen
bir ilkesinin bulunması gerektiği hususudur. Nitekim Öklid'in kitabında bunun geometrik açıdan ispatı
yapılmış birçok örneği bulunmaktadır. İşte başka ilimlerde kanıtlanıp açıklanamayan
bu hususların bu ilimde (metafizik) açıklanması gerekir. O halde niteliklerinin araştırılması,
problemlerinden birini teşkil eden bir ilmin konusu, nasıl olur da onun varlık gâyesi olur?! Durum böyle olunca
açıkça görülüyor ki, onların araştırılması, her birinin kendine özgü varlığı
açısından değildir, çünkü o, bu ilmin problemidir. Aynı şekilde -toplam ve bütün türünden demiyorum-
herhangi bir toplam ve bütün olması bakımından da değildir. Çünkü toplamın öğelerinin incelenmesi
toplamdan önce gelir. Bildiğin gibi böyle olmasaydı bütün türünden olanın parçalarının araştırılması
ya bu ilimde gerçekleşirdi -ki o zaman da parçalar bu ilmin konusu olmaya daha lâyık olmuş olurdu- veya başka
bir ilim dalında incelenirdi. Oysa bu ilimden başka, varlığın uzak sebeplerine ilişkin görüşler
içeren bir ilim yoktur.
Sebeplerin var olmaları ve bu açıdan
onlara ilişkin şeylerin incelenmesine gelince, bu, varlık olması bakımından varlığın
ilk konu olması halinde gerekir. Yine uzak sebeplerin bu ilmin konusu olduğu görüşünün de geçersiz olduğu
anlaşılmıştır. Aksine bu husus, bu ilmin yetkinliği ve problemidir.
İbn Sina
Çeviri
Mahmut Kaya
Yukarıdaki yazı Mahmut Kaya, "İslam Filozoflarından
Felsefe Metinleri" Klasik Yayınları, İstanbul, 2005'den alınmıştır.