YOGA'YA DAİR
Yoga, eşyanın doğasının
izin verdiği veya talep ettiği her seferde kendisini ifşa edebilmesi gereken
ilkenin en doğrudan ve de en geniş tezahür imkanıdır: bu ilke, beşeri mikrokozmosu ilahi akıza açmak için oluşturulan, esasen bir "teknik" -veya bir "simya"-dır. Yoga, "zihinsel
varlığın aktivitelerini durdurmak"olarak tanımlanır
ve daha kesin konuşmak gerekirse yalnızca bir Yoga -mükemmel konsantrasyon sanatı ki onun iki temel formu Hatha-Yoga
ve Raja-Yogadır ve diğer Yogalar (ör. Laya ve Mantra) onun (bu
sanatın çev.) muayyen usulleri (modalities) veya gelişmeleridir- vardır.
Yoga'nın aynı zamanda -kelime anlamının "Birlik" olmasından ötürü- "irfan" (jnana), "sevgi"
(bhakti) ve "eylem" (karma)in üç büyük yolunu da ifade ettiği doğrudur fakat yogik sanatı karakterize eden
ilkeyle bağlantı bu durumda daha dolaylıdır. Patanjali'nin Sutralar'ında ve ilgili diğer eserlerde
tanımlandığı kadarıyla Yoga her zaman, "vecd" (ecstasy) veya samadhi1 yoluyla "birliği" -entelektüel,
cismani, ahlaki ve bazen duygusal unsurların yardımıyla- idrak etmeye yönelik deruni simya veya teknik yollar
mecmuudur.
Aşağıdaki örnek
şu anda kurulu ayırımı belirginleştirmeye hizmet edecektir
-fazla şematik olduğu kabul edilse bile öğreticiliği hiç de daha az değildir: jnana ile "tevazu",
izafiliğinin bakış açısından mütalaa edildiğinde egonun hiçliğinin farkındalığıdır;
bhakti ile tevazu her yerde mevcut olan Sevgilinin güzelliğinin önünde benliğin alçalması, İlahi Şân
önünde benliğin yok oluşudur; karma ile aynı fazilet kişinin komşusuna kayıtsız hizmeti,
benliğin Tanrı aşkına alçakgönüllülüğü olur; fakat daha mutlak yogik bakış açısından
aynı fazilet "geometrik" veya "fiziksel" bir şekilde olacak; hayvani
özün (animic substance) aktivitelerini "seviyelendirme", tüm zihinsel kabullerden çekilme şeklinde görünecektir.
Hakikaten beşeri bir iradeden değil eşyanın doğasından neşet eden bir "manevi
tekniğin" mümkün oluşu, Yoga'nın faydasız ve hatta "suni"2 ve hakiki Tanrı sevgisine zıt olduğuna
ilişkin itiraza (ki fazlasıyla beşeri bir itirazdır bu!) yanıt oluşturur. Aslında yogik
ilkenin temeli insanın kozmolojik yönünde yatmaktadır, bu yön, mikrokozmosa "yarı-geometrik" ve sonuçta hissin saiklerine göre muhakemenin dolambaçlı yollarına yabancı disiplinleri
uygulamayı ima eder. Yani bu disiplinler, kelimenin "ahenkli etkiler ve
tepkiler"in bütün alemine uygulanması ve bu yüzden kozmosun "gayri şahsi (impersonal)" kanun ve güçlerine muhatap
olan herşeyi kastederek kullandığımız saf "fiziksel"
bir karaktere sahiptir. Diğer yandan daha derin bir perspektife göre bakıldığında yogik ilke, insanın
sanki Sonsuz'da adım atması gibi bir fikir üzerine kuruludur; insanın cevheri -o, bu cevher sayesinde mevcuttur
ve bilir- tıpkı bir parça buzun, üzerinde yüzdüğü sudan başka birşey olmaması gibi sonsuz "dan
başka bir şey değil"dir; insanoğlu, eğer deyim yerindeyse "katılaşmış
Sonsuz"dur. Yalnızca bizim katılığımız, tefessüh etmiş halimizin donukluğu bizi ilk-mevcut
Lütfa nüfuz etmemizi engeller. Yoga uygulaması bizi sonsuzca "çevreleyen" Nur'a karşı oluşan kabuklarımızı
-kozmik yapımızın temeli üzerinde- kırmak sanatıdır. Şüphesiz buna, hiçbir "tekniğin"
bizatihi yeterli olamayacağı, "fiziksel"in asla tek başına olamayacağı ve insana kendi sınırlarının
ötesine geçmesine yardım edemeyeceği, insanın basitçe gayri şahsi
(impersonal) unsurlar yığını değil müdrike ve iradeye de sahip olduğu bu sebeple de yaşayan
bir ego olduğu şeklinde itiraz edilecektir. Bu ifadeler önemli iddialardır
fakat tam olarak da bu sebeple yogik disiplinlere her zaman akli (intellectual) ve ahlaki unsurlar, murakabe ve fazilet
unsurları eşlik eder. Yoga, kutsallık "üretmez"; o, kendi karakteristik ilkesine indirgendiğinde her şeye
rağmen olumsuzlayıcı bir aktivite olarak görünür, Hinduların tabiriyle, bir setin kırılmasıyla
karşılaştırılabilir. Bu ameliye bizatihi herhangi bir şey üretmeksizin suyun bir alanı
doldurmasına izin verir. Yalnızca idrak (intellection) -veya sevgi- birliği, pozitif manada, Tanrı'nın
yardımıyla, duruma göre şu veya bu derecede kavrayışa ulaşır.
Yogik ilmin "teknik" veya
"gayri şahsi" (impersonal) karakteri onu sevgiden ziyade irfana (gnosis) bağlarken müzikal saikin bir şekilde
"şahsi" (subjective) karakteri onu irfandan ziyade sevgi yoluna bağlar.3
Semitik ve Avrupalı zihinler
birbirine indirgenemez alternatiflere temayül ederler oysa Hindu zihni tab'an bütünleştirme (integration) ve sentezlerle
işler. Bir Batılı için "manevi bir teknik" anlayışını dindarlık (piety) ve fazilet
tavrıyla uzlaştırmak güçtür; bu "soğukluk" ve "sıcak"lığın karışımı
ona iltisak (cohesion), samimiyet ve güzellik bakımından eksik; tamamlayıcı durumlar ona birbirine indirgenemez
muarızlar şeklinde görünür oysa bir Hindu güçlük çekmeden görünürdeki tezatları (antagonism) uzlaştırır, onları aynı temel ve tek gayenin kutupları olarak mütalaa eder, hatta
o kadar ileri gider ki kendi seçimini tamamen objektif bir tarzda, manevi bir fırsatla uyumla değişen bir perspektif
olarak dikkate alır. Pratik manada konuşulacak olursa Avrupalı kendisini şu alternatiflerin önünde görür;
ister, "teknik" bakış açısını küçümsediği ve onu
"fakirizm"den başka bir şey olarak görmediğini ispat eden dindarlık, fazilet, görev, ahlaki güzellik ve
lütfun cömert hediyesine inansın isterse dini duyguculuğa karşı dursun (bu bakış açısının
doğru veya yanlış olup olmaması burada sözkonusu değildir) batılı insan, yogik bakış
açısı için her iki durumda dindarlık ve fazileti ya hor görecek veya en azından hafife alacak ve Yoga'nın
ahlak ile ilgisi olmayan (amoral) -dikkat ahlak dışı demek değil bk.dipnot ç.n.- yönünü4 savunmaya meyl
edecektir, böyle bir reaksiyonun kendi üslubu içinde çoğunlukla hissi (sentimental), fakat "soğuk" bir tarzda olduğu
ve bu durumda bizim tereddütsüz, en azından olduğunu iddia ettiği şey olan dindar duyumculuğu tercih
ettiğimiz söylenilmelidir.
Hıristiyanlık genel
yapısı içinde bir sevgi yoludur; bu sebeple "objektivitesi" yoluyla irfan (gnosis) ile ilişkili yogik unsur
ön planda görünmez; onunla Hesikast geleneğinde -Yunan Kilise Babalarına sıkıca bağlı olduğu
gerçeğiyle irfanın vechelerini içerir- ve de farklı bir form altında Aziz Haç'ın John'unun mistisizminde
karşılaşılır. Şüphesiz burada belirtilmelidir ki -herhangi bir irfan sorunundan ayrı olarak-
Tanrı sevgisi tanımı gereği nahissidir (unsentimental), o, herşeyden önce "Tanrı için seçim yapan" iradenin eylemidir ve bu "irade" "duygusallık" (emotivity) ile eş
anlamlı değildir. Bu, irade Bilmeye bağlı olduğunda doğrudur fakat durum, iradenin duyguya bizatihi
kaçınılmaz şekilde düşman olduğu bir durum değildir zira saf irade yolu, irade her zaman ister
bilişsel (cognitive) ister duygusal (emotive) bir unsura bağlı olsun kavranılamazdır.
Ancak Hindu bhakti nin de az veya
çok hissi maneviyat -ve de her şeye rağmen tutkusal (passional)- olup olmadığı tartışılacaktır.
Burada yanıtımız Hinduların, Batılılardan daha az bireyci ve daha çok "kozmik" aynı zamanda
daha çok "estetik" ve daha az ahlakileştirilen "manevi mizacının", onların murakabeye ait plastisiteleri,
hissiliklerinin belirli özelliklerinin izah edilmesini gerektirdiği şeklinde olacaktır. Ayrıca Hindu güçlü
mantıkçı olsa bile rasyonalizme çok az eğilimlidir, bu olgu paradoksal olarak görülmemeli çünkü hindu, herşeyden
önce müdrikesi eşyanın temellerine açık sezgisel bir tiptir. O, batılılar gibi kavramsal olanı
geliştirmez, rasyonel alternatiflerden söz bile edilemez, metafiziksel idealar onu, az veya çok işlevsiz bir arkaplanda
biçimlendirmekten uzak olması bir yana tersine onun (hindunun ç.n.) metodlarına, her ne kadar etkisi şüphesiz
bhakta'da jnana'dan çok daha dolaylı da olsa fiili olarak katılır.5
Frithjof Schuon
Çeviri
isim bildirmek istemeyen bir hikmet talibine aittir.
Dipnotlar
1. "Vecd" (ecstasy) kelimesi
"kendinden geçmenin" (rapture) tarzı veya derecesine bağlı olarak çeşitli anlamları içerebilir fakat
her durum o, dünyevi bilinçten bir "uzaklaşmayı" (departure) işaret eder ister bu uzaklaşma nitelik olarak
aktif veya pasif veya bu iki niteliğin kombinasyonu şeklinde olsun.
2. Bu standartlarla hükmedildiğinde
tüm dini törenlerin (sacraments) ve diğer ritlerin "suni" olabildikleri çok kolayca unutulmaktadır zira onların
geçerlilikleri rahibin zihni veya ahlaki çabasına bağlı değildir.
3. Hıristiyan mistisizmi zaman ve mekanda çeşitli modaliteleri
içerir: İlk dönem Hıristiyanlığında İslam'da olduğu gibi "sevgi" ve "irfan" (gnosis) arasında
bir ayırım vardır fakat bu ayırım Hinduizm'deki kadar sistematik değildir. Hıristiyan bhakti
irfandan ayrı durur ve sadece dogmalara dayanırken Hıristiyan jnana,
Rhenis mistiklerinde bulunan Kilise Babalarının irfanının son yankıları her zaman -Sufilerdeki
gibi- sevgi unsurunu içerir.
4. Herhangi bir keskin teknik
bakış açısına bağlı olan bu gayri şahsi ve ahlakla ilgisi olmayan (amoral) - bu, "ahlaki
olmayan" (immoral) demek değildir- nitelik Yoga'ya esasında ahlaki kuralların eşlik etmesini önlemez ne
de onun bhakti durumunda olduğu gibi bazen hissi tavırlarla müttefik
olmasına mani olmaz; fakat Batılıları Yoga uygulamasına cezbeden ilişkiler bunlar değildir.
5. Gözönüne aldığımız
Hindu'nun tradisyonel bir zihniyete sahip olduğunu ve kalıtsal eğilimlerinin anti-tradisyonel bir yöne sapıp
"corruptio optimi pessima" sözünü kanıtlamadığını söylemeye
bile gerek yok. Hinduizm, daha kesin konuşmak gerekirse içsel olarak doğru argümanların karşısında
reddedilebilecek kavramlar anlamında "dogmalar"a sahip değildir; ki bu kavramların daha yüksek bir hakikat,
kozmoloji üzerine kurulu metafizik ve buna dayalı bir tahakkuk noktasından reddedilebileceği söylemekle aynı
anlama gelir. Mamafih Hinduizm'in kutsal metinde yer alan sembolleri kendi düzeylerinde Semitik dogmalar kadar sarsılmazdır
ve bu da Hindu öğretisinin filozofların fikirleriyle hatalı bir şekilde karşılaştırılmasının
önüne geçer. Hiçbir ortodoks Hindu Vedaların herhangi bir görüş açısından yanlışlanabileceğini
iddia etmez.
Yukarıdaki yazı
Frithjof Schuon, "Language of the Self", (İngilizce'ye) trans. Marco Pallis-Macleod
Matheson, Ganesh & Co (Madras) Private Ltd. 1959'dan ilgili bölümden kısaltılarak alındı. Her sayfadaki
ayrı ayrı rakamlarla dipnotlar kolaylık olması açısından dizi şeklinde sıralandı.