
TRADİSYONA
KARŞI ADET
Modernlerin gelenek (tradisyon) ile adeti (coutume),
garip bir biçimde, hemen hemen hep birbirine karıştırdıklarını çeşitli defalar ifade ettik.
Çağdaşlarımız, gerçekte, çoğu kez tamamen anlamsız ve kimi kez de tamamen yeni icatlar olup,
basit adetlerden ibaret olan herşeye hemen "tradisyon" adını veriyorlar; böylece, herhangi birinin kutsallıktan
uzak bir tören uydurması, bunun bir kaç sene sonra "tradisyon" olarak nitelendirilmesi için yeterli oluyor. Bu yanlış
nitelendirme, kuşkusuz, modernlerin, kelimenin gerçek anlamında, tradisyonun ne olduğunu hiç bilmemelerinden
kaynaklanmaktadır; ancak, burada, daha önce pek çok kez işaret ettiğimiz, şu "sahtecilik" zihniyetinin
bir tezahürü de söz konusudur. Tradisyonun artık kalmadığı yerde, bu boşluğu, zahiri olarak
doldurmak için, bilinçli ya da bilinçsiz olarak, tradisyonun yerini almak üzere onun bir tür taklidi oluşturulmaya çalışılıyor;
adetin sadece tradisyondan tamamen farklı değil, ancak onun tam tersi olduğunu ve anti-tradisyonel zihniyetin
bir çok açıdan yayılmasına ve tutulmasına hizmet ettiğini de belirtmek gerekiyor.
Herşeyden önce iyi bilinmesi gereken şudur:
tradisyonel nitelikte olan herşey aslında "beşer-üstü" bir öge içerir; adet ise, tersine, gerek içerdiği
dejenereleşmişlik gerekse kökeni itibariyle, tamamen beşeri olan bir şeydir. Gerçekte, burada iki durum
söz konusudur: birinci durumda, eskiden derin anlamları hatta kimi kez, özgün törensel bir nitelikleri olabilmiş
olan, ancak, bir tradisyonel bütün ile ilişkiselliklerinin sona ermesiyle, artık, etimolojik anlamda, "gereksiz"
ya da "saçma" hale gelmiş olan şeyler söz konusudur; bu durumun artık kimse bilincinde olmadığından,
bunlar çarpıtılarak ve kişisel ya da kollektif fantazilerden kaynaklanan, yabancı ögeler karıştırılarak
sürdürülmeye özellikle müsaittirler. Belirli bir kökenini saptamak mümkün olmayan adetlerin durumu, yeterince genel olarak,
böyledir; en azından, tradisyonel zihniyetin yitirilişine tanıklık ettiği ve bu açıdan, kendinde
içerdiği mahzurlardan da daha ciddi bir araz oluşturduğu söylenebilir. Ancak, bu mahzurlar da bir çifte tehlike
yaratmaktadır: bir kere, insanları sadece basit alışkanlıklar tarzında birtakım fiilleri
yapmaya yöneltmekte, yani tamamen mekanik biçimde ve geçerli nedeni olmaksızın, birtakım fiilleri yapmaya yöneltmektedir,
ki bu da, bu "pasif" tutumun onları, tepki göstermeksizin her türlü "telkin"i almaya müsait kılışı
kadar can sıkıcı bir durumdur. Öte yandan tradisyon karşıtları bu durumdan tradisyonu -bu mekanik
fiillerle özdeşleştirerek- gülünç hale getirmek için yararlanmaktan geri kalmamaktadırlar, öyle ki, bu durumdan,
bilinçli olan bazılarınca, tradisyonel zihniyetin her tür yeniden oluşturulma imkanını engellemekte
yararlanılmaktadır.
İkinci durum ise; tam anlamıyla "taklit"in
(sahteciliğin) söz konusu olduğu durumdur: adetler, her şeye rağmen, en önceleri tradisyonel bir niteliği
olmuş olan bir şeyin kalıntılarıdır ve bu bakımdan henüz tamamen kudsiyet dışı
bir hale gelmemiş olabilirler. Dolayısıyla, daha sonraki evrelerde, bunların yerlerine tamamen yeni icad
edilmiş ve insanların anlamdan yoksun şeyler yapmaya alışmışlıkları ölçüsünde,
kolaylıkla kabul edilebilecek olan başkalarının konulmasına çalışılacaktır; az
önce söz etmiş olduğumuz "telkin" işte burada işin içine girmektedir. Bir toplumun, tradisyonel kurallardan
saptırıldığında, yitirilmiş olanı hissedip tekrar ona yönelme gereksinimi duyması
ihtimali vardır; buna engel olmak için ona "sözde-kural"lar sunulur ve hatta, duruma göre, bunlar empoze edilir; ve bu
sahte kural oluşturumu, kimi kez o kerteye varır ki, bunda kesinlikle bir "karşı-tradisyon" oluşturmak
amacının söz konusu olduğu kolayca görülür. Bu bağlamda, tümüyle masum görünmekle birlikte, gerçekte hiç
de öyle olmayan şeyler de vardır: toplumun bütününden çok, özellikle tek tek bireyleri ilgilendiren adetlerden söz
ediyoruz. Bunların rolleri de tüm törensel ya da tradisyonel etkinlikleri, bunların yerlerine tümüyle anlamsız
ya da tümüyle saçma -ve zihinselliğe verdikleri zarar "küçük"lükleri oranının fazla olan- bir sürü "meşgul
edici", hatta -abartma oluşturmayacak bir deyimle- "musallat olucu" şeyi ikame ederek, boğuntuya getirmektir.
Adetlerin bu bozucu niteliği bugün özellikle
Doğu ülkelerinde doğrudan gözlemlenebilir, zira Batı, beşeri fiillerin tradisyonel bir niteliğe bürünebilmesi
olasılığının var kabul edilebileceği evreyi bile uzun süredir aşmış bulunmaktadır.
Oysa, başka bir vesileyle açıklamış olduğumuz kudsiyet-dışı anlamında alınan
"olağan yaşam" kavrayışının halen genel bir yaygınlık kazanmamış olduğu
yerlerde, böyle bir kavrayışın nasıl vücut bulduğu ve tradisyonun yerini adetin almasının
bu gelişmeye nasıl katkıda bulunduğu bir tür canlı olarak gözlemlenebilir. Burada Doğuluların
en azından halen çoğunluğunu değil de -temelde aynı şeyi ifade eden iki deyim ile- "modernleşmiş"
ya da "Batılılaşmış" denilebilecek olanlarını etkilemiş olan bir zihniyetin söz konusu
açıkça ortadadır. Birisi şayet tek gerekçe olarak onun "adet olduğunu" öne sürebildiği bir tarzda
hareket ediyorsa, o kişinin tradisyondan kopmuş ve onu anlayamaz hale gelmiş biri olduğundan emin olunabilir;
o artık tradisyonun temel kurallarına uymamaktadır ve bazı ikincil önemdeki "intiba"ları muhafaza
etmişse, şu icad edilmiş adetler yığınına şu modern Batılıların, kimi
kez sadece basbayağı taklitlerinden ibaret oldukları adi "yaşam biçimleri"ni oluşturan budalalıklardan
hiçbir farkı olmayan adetler yığınına titizlikle uymayı hiç ihmal etmez.
İster Doğu'da olsun ister Batı'da
olsun, bu, kudsiyetten tamamen uzak olan adetlerin en çarpıcı yanları şu değinmiş olduğumuz
inanılmaz "küçüklük"leridir: bunların tek amaçları tüm dikkati, sadece tamamen zahiri ve her türlü anlamdan
yoksun olan şeyler üzerinde değil, aynı zamanda da, -en mükemmel örneğini Batı'da "yüksek sosyete"
zihniyeti denilenin oluşturduğu, gerçek bir zihinsel daralmaya en iyi yolaçabilecek biçimde - bunların en bayağı
ve en dar ayrıntıları üzerine çekmek gibidir. Bu tür olumsuz etkilerin, böyle aşırı dereceye
varmaksızın da olsa, egemenliği altına girmiş olan kişilerin herhangi bir derin gerçekliği
kavrayabilmekte yetersiz oldukları çok açıkça görülür. Burada o denli açık bir bağdaşmazlık
söz konusudur ki, bunlar artık "olağan yaşam"ın, -onların tüm zihinsel etkinliklerini üzerlerinde
yoğunlaştırmak üzere "eğitilmiş" oldukları zahiri tezahürlerden oluşan -kalın bir
perde ile çevrilmiş olan, çemberinin içinde mahpus kalmışlardır. Onlar için dünya tüm "açık"lığını
yitirmiş denilebilir, zira onlar orada artık, yüksek gerçeklerin bir işaretini ya da ifadesini oluşturabilecek
hiçbir şey göremezler. Hatta onlara mevcudatın içsel (ya da batıni) anlamından söz edilse bile yalnızca
bunu anlamamakla kalmaz, aynı zamanda, böyle bir görüşü kabul etseler dahası kendilerine buna uygun bir yaşam
biçimi oluşturacak olsalar, hemcinslerinin onlar hakkında ne düşüneceklerini ya da ne diyeceklerini kendi kendilerine
sormaya başlarlar!
Gerçekte, adetin böyle kendini empoze etmesini ve
gerçek bir tasallut halini almasını sağlayan, herşeyden önce, "kamuoyu" korkusudur; insan, haklı
ya da haksız, belirli motifler (güdüler, nedenler) olmaksızın asla bir şey yapamaz. Hiçbir anlamı
olmayan fiillerin ait olduğu (ya da, bu fiilleri çıkaran) kişininki kadar tüm gerçek içerikten yoksun olan,
aşağı bir düzeyde olması gerekir. Söz konusu adete ilişkin olarak (ya da, bu fiilleri çıkaran)
kişininki kadar tüm gerçek içerikten yoksun olan, aşağı bir düzeyde olması gerekir. Söz konusu adete
ilişkin olarak (olumlu) bir kanaatin oluşmuş olmasından dolayı bunun mümkün olduğu öne sürülebilir;
fakat, gerçekte, bu adetlerin çok dar bir çevrede ve basit bir moda şeklinde bile ortaya çıkmaları bunların
bu ögenin işin içine girmesini sağlayacak biçimde yaygınlaşmaları için yeterlidir. Böylece uyulma
zorunluluklarıyla adetler gitgide yayılırlar ve sonuçta, ilk başta bir kaç kişinin fikri olan giderek
"kamuoyunun fikri" haline gelir. Adetlere böyle saygı göstermenin temelde insanların budalalığına
saygı göstermekten başka hiçbir şey olmadığı söylenebilir, zira bu ve benzeri durumlarda doğal
olarak söz konusu olan budur. Zaten yaygın olarak kullanılan ve kimileri için tüm fiillerine yeterli neden oluşturan
"herkesin yaptığı gibi yapmak" deyimine uygun olarak hareket etmek, kaçınılmaz olarak tamamen bayağılaştırmaktır.
Kuşkusuz, bundan daha aşağı ve daha tradisyonel tutuma ters düşen bir şey düşünebilmek
zordur, zira tradisyonel tutum herkesin daima, elindeki tüm imkanlar ölçüsünde, yükselmek için çaba harcamasını
gerektirir, yoksa en budalaca adetlere tamamen uyarak ve aksi takdirde tüm önüne gelenlerce, yani kesinlikle budala ve gafillerce,
eleştirileceği şeklinde çocukca bir korku ile geçen bir yaşamın ifade ettiği şu zihinsel
hiçlik (ya da, değersizlik) türüne düşecek kadar alçalmayı değil.
Arap tradisyonunun bulunduğu ülkelerde şöyle
bir deyiş vardır: En önceleri insanlar bilgilerine göre değer kazanıyorlardı; sonra soy-sop hısımlık
değer kazanır oldu; daha sonra da zenginlik bir üstünlük (ya da yükseklik) işareti oldu. Nihayet son zamanlarda
da sadece dış görünüşlere göre hüküm verilir oldu. Burada giderek artan bir düşüş oluşturacak
biçimde, sırasıyla egemen olan dört kast görüşünün ya da bunların tekabül ettikleri doğal sınıfların
görüşlerinin tam bir ifadesinin söz konusu olduğunu anlamak zor değil. Dolayısıyla, adetler, tartışılmaz
biçimde artlarında hiçbir şey bulunmayan (ya da tamamen boş) dışsal görünümler düzeyiyle ilişkilidirler.
Yalnızca böyle görünümlere değer veren bir kamuoyuna hoş görünmek kaygısıyla adetlere uymak tamamen
bir "Shudra" durumunda olmaktır.
Réne Guénon Çeviren : Lütfi Fevzi Topaçoğlu
Yukarıdaki yazı Rene Guenon, Manevi İlimlere Giriş, çeviren Lütfi Fevzi Topaçoğlu,
İnsan Yay. İst.1997'dan alınmıştır.
|