mor'a dogru

bilgelik

Home
inisiyatik bilgi
bilgi ve vizyon
metafizik
fi'l ilahiyyat: metafizik
kendini bil
hakikat nedir
bilgelik
bireysellik
PERSPEKTiF-METiNLER
tradisyon:1.gelenek üstüne
tradisyon:2.gelenegi anlamak
tradisyon:3.gelenege karsi adet
hermetizm
hermescilik hakkinda
dini SINIRLARI asmak
MODERNiZM
modern bilim ve insanin düsüsü
modernizm ve islam
cagin ruhu
cagdas dunyada kutsal
KOZMiK UYUM UYGULAMALARI
nefisini bilen rabbini bilir...
rüya ve gerçek
kozmik uyum:1.mistisizm
iman ve ibadet
yoga
halidi hikmet
SiSTEMiN SESLENiSi
tanridan Allah'a...
hakikat yolculari
1:mevlana
2:muhyiddin ibn arabi
iSARETLER
isaretler:sayilar alemi
1:ebced hesabi
ezoterik ögretiler
1:ezoterizmi anlamak
guncel:1
KADiM DOGU
1:budizmin dogasi ve ogretileri
kadim dogu:2 hint tradisyonu
1:taoizm
2:yoga
bhagavat-gita
kadim dogu:3 islam tasavvufu
tasavvuf nedir?
tasavvufta varolus mertebeleri...
2:tasavvufi kavramlar a: irsad-mürsid

corb4826.jpg

BİLGELİK VE BİLGELER

"Andolsun ki biz Lokman'a hikmeti verdik" (Lokman 31/12) ayeti gereğince hikmetle nitelenen ilk kişi Lokman Hekim'dir. O, peygamber Davud (a.s.) zamanında yaşamış ve sürekli olarak Şam bölgesinde oturmuştu. Anlatıldığına göre Yunanlı Empedokles onun yanına gider gelirmiş ve hikmeti de ondan öğrenmiştir. Fakat Yunanistan'a dönünce evrenin aslı hakkında özgürce konuşmaya başlamış. Görünüşü itibariyle o sözler ahireti inkar anlamına gelir. Lokman Hekim'le olan dostluğundan dolayı Yunanlılar onu bilgelikle nitelerler. Hatta Yunanlılar içinde bilgelikle ilk nitelenen odur. Batınilerden bir grup onun felsefesini benimseyerek onu diğerlerinden üstün tutar ve onun sembolik ifadelerinin içeriğini anlayanların az olduğunu iddia eder.

Bilgelikle nitelenenlerden biri de Pisagor'dur. Davud'un (a.s.) oğlu Süleyman'ın öğrencileri şam bölgesinden Mısır'a gidince onlarla görüştü. Bu görüşmeden önce Mısırlılardan geometri öğrenmiş, sonra da Süleyman'ın öğrencilerinden fizik ve ilahiyat (metafizik) okumuştu. Bu üç ilmi -geometri, fizik ve din ilmi- Yunanistan'a götürmüş, sonra da kendi zekasıyla mûsikî ilmini ortaya çıkararak onu orantı ve sayılarla belli bir kural altına almıştı. O, bu ilimleri peygamberlik kandilinden yararlanarak geliştirdiğini iddia etmiştir.

Pisagor'dan sonra bilgelikle nitelenenlerden biri de Sokrat'tır. O, felsefeyi (hikmet) Pisagor'dan almış ve felsefe disiplinlerinden yalnız metafizikle yetinmiştir. Dünya zevklerinden yüz çeviren Sokrat, Yunanlıların dinine karşı olduğunu ilan etmiş ve ortaya kanıtlar koyarak müşrik devlet büyüklerine karşı çıkmıştır. Derken, üzerine kalabalık halkı kışkırttılar ve öldürülmesi için krallarına baskı yaptılar. Kral da toplumuna hoş görünmek için onu hapse attı ve şerrinden kurtulmak için zehirletti. Onun başına gelenler, tevatür derecesindeki haberlerle bilinmektedir.

Sokrat'tan sonra bilgelikle nitelenenlerden biri de Eflatun'dur. Yunanlılar arasında soylu ve değerli bir aileden geliyordu. Sokrat'ın yolundan giderek o da felsefeyi (hikmet) Pisagor'dan almıştı. Ancak o, metafizikle yetinmeyerek matematik ve tabiat ilimlerini de felsefe altında topladı. Onun, tasnifini üstlendiği meşhur kitapları vardır; ancak, sembolik (diyaloglar halinde) olduğundan kapalıdırlar. Hayatının sonlarında çok öğrenci yetiştirdi ve okulunu öğrencilerinin seçkinlerine bırakarak insanlardan uzaklaşıp kendini Rabbine ibadete verdi.

Onun zamanında Yunanistan'da veba salgını vardı. İnsanlar Allah'a yalvarıp yakardılar ve İsrailoğulları'nın peygamberlerinden birine bunun sebebini sordular. Allah peygambere vahiyle, Yunanlıların sunağın katını alıp küp şekline koydukları zaman vebanın ortadan kalkacağını bildirdi. Bunun üzerine onlar sunağın bir dengini yaparak öncekine kattılar, fakat veba daha da arttı. Tekrak peygambere başvurarak bunun sebebini sordular. Allah peygambere vahiyle, onların sunağın katını almadığını, aksine benzerini öncekine eklediğini bildirdi. Dolayısıyla bu küpün katı değildir. Bu durum karşısında Eflatun'dan yardım istediler. O dedi ki: "Sizler felsefeyi (hikmet) engelliyor ve geometriden nefret ettiriyorsunuz. Bu yüzden Allah sizi veba ile cezalandırdı. Çünkü felsefi ilimlerin Allah katında büyük değeri vardır." Sonra öğrencilerine dönüp dedi ki: "Aynı oranda iki çizgi arasından kesintisiz iki çizgi çıkarabilirseniz sunağın katını elde edebilirsiniz. Bunu yapmaktan başka da çareniz yoktur." Bunun üzerine yapmaya koyuldular ve sunağın katını alma işini bitirince veba ortadan kalktı. Nihayet onlar da geometri ve öteki teorik ilimler aleyhinde bulunmaktan vazgeçtiler.

Eflatun'dan sonra bilgelikle nitelenenlerden biri de Aristoteles'tir. O, Zülkarneyn diye bilinen İskender'in hocasıdır. Felsefe yapmak üzere yirmi yıla yakın bir süre Eflatun'un yanında bulundu. Aşırı derecede zeki olduğundan dolayı gençliğinde ona "Ruhani" denirdi. Eflatun ise ona "Akıl" adını vermişti. Mantık kitaplarını yazan ve mantığı ilimler için alet olarak koyan odur. Bu sebeple ona "Mantık sahibi" lakabı verilmiştir. Ve o, fizik ve metafiziğin bölümlerini düzenlemiş ve her bölümü başlıca bir kitapta ele almıştır. Onun zamanında hükümdarlık Zülkarneyn'e geçmiş ve bu sayede Yunan ülkesinde şirkin kökü kazınmıştır.

İşte bu beş kişi bilgelikle nitelenmiş, bunlardan sonra hiç kimseye bilge (hakim) denmemiştir; aksine bunlardan sonra gelen her kişi sanat ve hayat tarzına nisbetle anılmıştır. Mesela tabip Hipokrat, şair Homeros, mühendis Arşimed, köpeksi (kelbi) Diogenes ve fizikçi Demokritos.

Galen (Câlînûs) kendi döneminde çok eser verince, bilgelik niteliğini almaya yeltendi, yani hekimlikten bilgeliğe geçmek istedi. Bunun üzerine onunla alay ettiler ve: "Sen merhemlerle, müshillerle, yaraların tedavisiyle ve perhizle uğraş. Zira ilahi hikmet, onun ilkelerinden şüphe edenin anlayışından daha (yücedir). Çünkü bir kimse âlem ezeli mi yoksa yaratılmış mı; ahiret konusunda, o gerçek mi yoksa bâtıl mı; nefis hakkında o cevher mi yoksa araz mı diye şüphe ederse, onun derecesi bilgelikten kesinlikle aşağıdır" dediler.

Zamanımızda halkın anlayışı ise ilginçtir. Öklid'in kitabını okuyan ve mantığın esasını kavrayan bir insan gördüklerinde, metafizik ilimlerden yoksun olsa da onu bilgelikle niteliyorlar. Hatta tıptaki uzmanlığından dolayı onlar, "beş ezeli ilke" saçmalığını ve bazı ruhların ölümlü olduğu-nu savunan (Ebu Bekir) Muhammed b. (Zekeriya) er-Razi'ye -Allah inandırsın- bilge diyorlar. Halbuki, -Allah rahmet eylesin- üstadımız Ebû Zeyd Ahmed b. Sehl el-Belhi, çeşitli alanlardaki geniş bilgisine ve din konusundaki istikametine rağmen, kendisini yüceltenlerden biri ona bilgelik isnad edince, bundan rahatsız olur ve: "Vah o zamana ki, benim gibi yetersiz birini şerefli hikmete nisbet ediyorlar! Sanki onlar yüce Allah'ın şu ayetini duymamışlar: 'O, dilediğine hikmeti verir; kime ki hikmet verildiyse ona çok iyilik verilmiş demektir. Bunu ancak akıl sahibi olanlar hakkıyla anlar" (el-Bakara 2/272)."

Onun hocası Ya'kub b. İshak el-Kindi'nin tutumu da böyleydi.

Durum böylece anlaşıldığına göre, Eflatun'dan naklonunan meşhur hikayeyi de bilmen gerekir. O, öğrencilerine dermiş ki: "Sizler her şeyi bilseniz de Allah'ı bilmedikçe bir şey bildiğinizi sanmayın." Sonra Aristoteles'ten naklonunan meşhur hikayeye göre o dermiş ki: "Bundan önce içiyor ve susuyordum; şanı yüce Allah'ı bilince içmeden kandım."

Yunanlılar arasında bu beş kişiye tâbi olup da mutlak bilge diye anılan kimseler, şânı yüce Yaratıcı'yı kabul etmeyenlere ve ölümden sonra ebedi mükafata inanmayanlara küçümser gözle bakarak değer vermezler ve onlara karşı tevhide inanan birinin bir zındığa davrandığı gibi davranırlardı. Şu var ki, onların ahiret hayatının şekline ait inançları bir tek noktada, tertemiz olan İslam dinine uymamaktadır. Onlar ölümden sonraki dirilişi kabul etmezler; fakat insan ruhlarının ebedi olarak ödüllendirileceğini gerekli görürler. Bu yüzden İslam, o topluluğun sapık olduğuna hükmetmemiştir. Yaratıcı'nın ispatı, zâtının birliği, zıt ve ortaklardan münezzeh olduğu hususlarına gelince, onlar buna kesinlikle inanır ve kanıtlamak üzere bu konuda deliller getirirler.

Biz bu açıklamayla onların durumunu ortaya koymanın iyi bir şey olacağını düşündük. Çünkü onlar ülkeleri bayındır kılan ve insanların işlerini yoluna koymada yararlandıkları tıp, geometri, astronomi, mûsiki ve daha başka disiplinleri temellendirme zahmetine katlandılar, bu konularda bilinen eserleri kaleme aldılar. Bunlar çeşitli dillere tercüme edildi, akıllı milletler bunları benimseyerek onların düzeyine yükseldiler.

Sonra pis zındıkların onları istismar ederek ve şöhretlerinden yararlanarak kıt akıllı kimseleri birer birer avladıklarını, ahlaksızlıkla kirlettikleri alana onları cezbettiklerini, hatta "Yüce Allah'ın dini doğru ve gerçekse, böylesine gelişmiş akla ve geniş hayal gücüne sahip olanları tercih etmek ve onlara bağlanmak daha evladır" dediklerini gördük.

Sonra yine gördük ki, kelamcılar (el-cedeliyyûn), filozofların inkarcı olduğunu, pasif tanrı anlayışını (ta'til) savunduklarını iddia ederek aleylerinde bulunuyor ve: "Hak dinin güçlü hasımları var; şayet biz onlarla mücadeleye soyunmayacak olsak ve batıl fikirlerini çürütmesek inkarcılık tertemiz olan İslam'ı karartır" diyerek halkı yanıltıyorlar. Hayatıma yemin ederim ki, hakka yardım ve dine destek hususunda kelamcıların takdire değer çalışmaları vardır; ancak o filozoflara pasif tanrı anlayışı isnad etmek inkarcılığa cazibe kazandırabilir ve zındıklığın yüceltilmesine yol açabilir. Çünkü bu, dehrilerin (materyalist) kıt akıllı insanlara kurdukları tuzağı güçlendiren hususlardandır.

Âmiri
Çeviren
Mahmud Kaya

Âmiri . Nişabur'dan doğan Ebu'l-Hasen Muhammed b. Yûsuf el-Âmiri'nin hayatı hakkında ayrıntılı bilgi bulunmamaktadır. Ancak hocası Ebû Zeyd el Belhi'nin 322/934 yılında vefat ettiği dikkate alınacak olursa onun hicri IV. asrın başlarında doğduğu söylenebilir. İlk tahsini Nişabur'da yaptıktan sonra Meşşai filozofu Kindi'nin talebisi Belhi'nin derslerine devam ederek derslerini tamamlayan Âmiri, henüz genç denecek bir yaşta ilim ve felsefe alanındaki üstünlüğünü herkese kabul ettirmiş ve "Nişaburlu filozof" olarak anılmaya başlanmıştır.

 Yukarıdaki yazı, Mahmut Kaya, "Felsefe Metinleri" Klasik Yayınları, 2003'den alınmıştır.