EZOTERİZMİ ANLAMAK
Tüm yorum, izah ve içselleştirme
işlevleriyle esoterizmin gayesi saf ve doğrudan nesnelliği gerçekleştirmektir; onun varlık sebebi
budur. Nesnellik hem içkinliği hem de aşkınlığı içerir; yani nesnellik hem yokoluş hem
de yeniden bütünleşme demektir. Başka bir deyimle, o, nesne ile özneyi kendisinde biraraya getiren Hakikattir; Hakikat'ta
öz araza başka bir deyimle, ilke tezahüre egemendir; öz ya da ilke bunu izafiyetin çeşitli veçhelerine bağlı
olarak ya onu yokederek ya da yeniden bütünleştirerek gerçekleştirir.
Nesnellik demek tüm düzeylerde
bütünlük .totality) demetir: esoterik doktrinler, bütünlüğü, nesnelliği gerçekleştirdikleri oranda gerçekleştirirler;
Şankara'nın öğretisini Ramanuja'nınkinden ayıran hiç şüphesiz bütünlüktür. Bir tarafta kısmı
yahut dolaylı hakikat kurtuluş sağlarken -ki bu açıdan bize yeter- diğer tarafta eğer Tanrı
bize zorunlu asgariden fazlasını nasip etmişse ondan şikayetçi olmak nankörlük olur. insanoğlu elbette
gözlerini bir kısım bilgiye kapatabilir -ya cehalet ya da rahatlık gerekçesiyle- fakat en azından hiçbir
şey onu böyle yapmaya zorlamaz.
Sözkonusu iki perspektif arasındaki
fark sadece belli bir nesneyi tasavvur etme tarzında değil, fakat aynı zamanda bizatihi nesnede yatar. Başka
bir deyimle, insan birşey hakkında farklı konuşmakla kalmaz, aynı zamanda farklı şeyler
hakkında da konuşabilir, ki bu ise aşikardır.
Bununla beraber, eğer
bir yanda irfan alemi ile inanç alemi farklı ise diğer yanda başka bir açıdan bu iki alem buluşur
ve içice geçer. Denilebilir ki, bahsettiğimiz noktalardan biri ya da diğeri esoterik yahut irfani değildir;
bunu ilk kabul edecek kimse biziz. Zira sözkonusu iki perspektif birçok nokta ve farklı düzeylerde buluşabilir ya
da buluşmalıdır; çünkü temeldeki hakikat ve de insan birdir.
Zahiri tarafta Vahyin söylediği
şeylerin şartsız kabul edilmesi gerektiği görüşü ileri sürülerek evrenselci esoterizme karşı
argüman geliştirilmiştir. Esoterist taraf ise buna karşı Vahyin aslen mutlak ama zahiren izafi olduğunu
ve bu izafiyetin iki faktörün yani akıl ve tecrübenin bileşiminden neşet ettiğini öne sürer. Örneğin
bir formun türü itibariyle mutlak olarak eşsiz olamayacağı aksiyomu -tıpkı güneş gibi; güneş
asli olarak eşsiz bir merkezi temsil etmesine karşın diğer sabit yıldızların varlığını
dışlamaz -aklın bir aksiyomudur, ama a priori olarak sadece soyut bir öneme sahiptir; ancak bizi diğer
dini evrenlerin güneş sistemiyle münasebete geçiren ve Vahiy'de mutlak ile izafi yönlerin farkını görmemizi
sağlayan tecrübe ile somut bir hal kazanır. Birinci yani mutlak anlamda Isa eşsizdir; ama ikinci yani izafi
anlamda Logos'tur, ki Logos, diğer mümkün tezahürleri de ihtiva eder.
Şurası doğrudur
ki saf akıl olmaksızın salt tecrübe tamamen zıt sonuçlara yol açabilir. Kişi, dinlerin çokluğunun
onların yanlışlığının, yahut en azından sübjektifliğinin -çünkü farklılık
arzederler- ispatı olduğuna inanabilir. Daha da tehlikelisi; Katolikliğin resmi temsilcileri aklın tecrübesini
bir kenara iterek profan tecrübeye dayanmıştır; bu ise sözkonusu ideologların dinlerinin tahrip olması
pahasına esoterizmin bazı zahiri varsayımlarını -örneğin başka dinlerin de geçerli olduğu
görüşünü- kabule zorlamıştır.
Esoterist eşyayı
belli bir açıdan göründüğü şekliyle değil, olduğu gibi görür; o, esas olanı yani farklı
dini formülasyonlarda değişmez olanı temel alır; bunu yaparken de elbette belli bir formülasyondan yola
çıkar. Bu en azından prensipte esoterizmin pozisyonudur; aradaki çözümler kaçınılmaz olduğu için
daima kendisiyle tutarlı olmayabilir. Metafizik yahut maneviyatta evrensel anlamda doğru olan herşey belli
bir formalistik yahut 'zahiri' sistemle uyuşmadığı ölçüde 'esoterikleşir'; ama her din haktan oluştuğu
için her hakikat tüm dinlerde mevcuttur. Bu da demektir ki, esoterizm mümkündür ve hatta zorunludur; tüm mesele onun hangi
düzey ve bağlamda tezahür ettiğidir; çünkü izafi ve sınırlı hakikatin da tıpkı total hakikat
gibi hakları vardır. Kısmi ve izafi hakikatin hakları eşyanın tabiatının kendisine
tahsis ettiği alanda yani psikolojik ve ahlaki alan ile geleneksel denge sahasında ortaya çıkar.
Esoterizmin paradoksu şuradadır:
bir yanda "insan yeteneğini gizler" ve diğer yanda "kutsalı köpeklere vermeyin" cümlelerindedir. Bu iki ifadenin
arasında şu ifade yer alır: "Karanlıkta ışıldayan ışığı karanlık
algılamaz." Tabii burada izafi olana özgü olan gel-gitler de mevcuttur.
Esoterizm, sınırlamaları
yahut dışlamaları sebebiyle rizikolu birşeydir; tarihte öyle bir an gelir ki herşey ona bir seçimde
bulunarak dışlayıcılığı seçmesi için baskı yapar; o da ya bu sınırlamalardan
kurtularak yücelir ya da dünyevi ve tehlikeli liberalizme kayarak alçalır. Bilindiği gibi Batı'nın uygarlıkçı
zahiriciliği ikinci yolu seçmiştir; içindeki birkaç esoterist unsur da onun şartları içerisinde işlevsiz
kalmıştır.
Düşmüş yani sıradan
insan ya gizli ya da açıktan nefsle zehirlenmiştir; bunun sonucunda da Akıl karartılmış ve dışarıdan
gelen Vahiy zorunlu hale gelmiştir. Ruhtan ve akıldan nefs çekip çıkarılırsa -yani "aynadan yahut
kalpten toz alınırsa"- geriye Akıl kalır; Akıl ise dinin dışarıdan açıkladığını
içeriden açıklar. Bu bizi önemli bir noktaya götürür: Nefsle dolu olan ruhlara kendini anlatabilmek için dinin deyim
yerindeyse nefsani bir dil kullanması gerekir; bu da dogmatizm ve ahlakçılık demektir. Eğer sıradan
insan yahut kollektif insan nefsani olmasaydı, Vahiy, Aklın dilini konuşurdu ve zahirilik diye birşey
olmazdı; esoterizm de okült bir unsur olarak görülmezdi. Burada üç olasılık bulunmaktadır: evvela, insan
nefsine hakim olacak ve herkes batini Vahyine göre manen yaşayacaktır; bu altın çağ demektir, ikinci ihtimalde
ise insanlar Hakikatin bazı veçhelerini unutacak derecede nefslerinden etkilenirler; bu durumda Vahyin zorunluluğu
ortaya çıkar; bu Vahiy örneğin Upanişadlar zahiri olsa da ruh olarak metafizikseldir. Üçüncü ihtimalde ise
insanların ekseriyeti nefsin egemenliğindedir ve böylece formalistik, dışlayıcı ve çatışmacı
dinler ortaya çıkar; bu dinler ise bir yanda nefsi kontrol etmenin yollarını gösterirken -bu arada kurtuluş
da sağlarken- diğer yanda nefsi total Hakikatla kontrol altına alarak bu Hakikati örten ve fakat dolaylı
olarak izhar eden dinsel formazlizmi aşmanın yöntemi gösterilir. Çünkü dinsel Vahiy hem ışıkperdesidir,
hem de perdelenmiş ışıktır.
Esoterizmi kabul edenler kendilerini
bir dinsel iklime ait hissetseler de yüce olanı esoterik olanla karıştırma ve saygı duydukları
herşeyin -örneğin teoloji gibi- esoterizme dahil olduğuna inanma eğilimindedir. Bu tür bir karışıklıktan
kurtulmak için meseleye iyice vakıf olmak gerekir. Burada Şankara'nın kişisel olmayan tevhidi görüşünü
Ramanuja'nın kişiselci ve ayırıcı monizmi ile karşılaştırdığımızda
görülür ki, Ramanuja'nın monizmi Semitik (Ibrahimi) dinlere yakın iken Şankara'nın perspektifi, philosophia
perennis'in yahut irfani esoterizmin en kamil ifadelerinden biridir.
Bir dinde yer alan irfanın
o dine yabancı ve sonradan eklenmiş birşey olduğunu düşünmek tamamen yanlıştır; bilakis,
total yahut düalistik olmayan esoterizmin anahtarını sağlayan dindeki fikir heterojen ve gizli bir kavram değil,
bizatihi dinin kendisidir. Çünkü din insan ruhunun ihtiyaç duyduğu asli bir unsuru ihmal edemez. Hıristiyan irfanı
Thomas Aquinas ve Gregory Palamas'tan destek almışsa da bu destekler genel Hıristiyanlık içerisinde nötralize
olmuştur. Fakat Hıristiyan irfanı a priori olarak Enkarnasyon ve Kurtuluş sırlarında ve dolayısıyla
bizatihi Isa fenomeninde destek bulmuştur; islâm irfanı da desteğini Aşkınlık ve İçkinlik
sırlarında ve dolayısıyla Kur'ani yahut Muhammedi Hakikat'tan almıştır. Ayrıca bu
iki dinin irfanı dinde sahip olduğu ehemmiyet itibariyle Tanrısal Sevgi'de temellenmiştir. Hıristiyanlık'ta
bu hem beşeri hem de ilahi olan teofani (Isa) sevgisi iken islâm'da bu, aşkın ve içkin olan İlke'nin sevgisidir.
Esoterizm -ki bu, irfandan
başka birşey değildir- hususunda iki şey söylenebilir; ilki, mutlak esoterizm ile izafi esoterizm arasındaki
ayırımın zorunluluğudur; ikincisi ise esoterizmin hem zahiriliği (exoterism) genişletmesi -çünkü
form özü yansıtır- hem de ona karşı çıkması gerçeğinin bilinmesidir. Esoterizm, zahiriliği
aşar, çünkü öz sahip olduğu sınırlanamazlık niteliği dolayısıyla forma indirgenemez
ve form da sınırlayıcı olduğu için bütünlük ve özgürlüğe terstir. Sufizm'de bu iki yönü görmek
mümkündür; onların burada çoğunlukla karışık halde bulunduğu doğrudur; bu karışıklık
saçmalık ve inkarlara yol açmadığı müddetçe normaldir. Her halükarda Sufi örneği gösteriyor ki, Eş'arici
olmadan Müslüman olunabilir; yine aynı sebepten dolayı Skolastik olmadan Hıristiyan olunabilir; başka
bir açıdan söylersek, Aquinas'ın Aristocu duyguculuğunu benimsemeden Tomist olmak mümkündür.
Burada şu noktayı
da vurgulamak gerekir: aşkın hakikatlara herhangi bir birey yahut topluluğun mantığının
ulaşamaması onların esas itibariyle (de jure olarak) tüm mantığın ötesinde olduğunu göstermez.
Çünkü mantığın gücü bir yanda düşünürün entellektüel durumuna diğer yanda verinin yeterliliğine
dayanır. Metafizik, mantıksal bir tarzda ifade edildiği için doğru değildir; bilakis metafizik doğru
olduğu için mantıksal bir tarzda ifade edilebilir; onun mantıksal bir tarda ifade edilebilmesi beşeri
aklın mümkün noksanlıklarına uyduğu anlamına gelmez.
Rasyonalistlerin -de facto
parçalı- mantığına karşı ilahi olanın us-öteliğini savunanlar bazen ilahi olanın
yahut manevi bir şeyin akıl ve mantık dışı olduğunu söyleyecek kadar ileri gitmişlerdir;
sanki ilahi olan saçma olabilirmiş gibi. İsa'nın su üzerinde yürüdüğünü söylemek akla ve mantığa
aykırı değildir -gerçi bu mucizenin temeli bilinmeyebilinir- zira çekim yasası izafi birşeydir. Bunun
izafi olduğunu bilmezsek bile fenomenlerin varolduğu düzey gözönüne alınarak onun izafi olacağını
tahmin edebiliriz. Fakat İsa'nın suya değmeden su üzerinde yürüdüğünü yahut su üzerinde yürürken göğe
yükseldiğini iddia etmek elbette akla aykırı olur, çünkü bir fenomen aynı anda iki zıt imkan olamaz;
Tanrı bir mucize yahut sırra dayanabilir, ama saçmalığa yani mantıksal ve ontolojik bir saçmalığa
dayanamaz.
Hıristiyan esoterizminden
bahsedildiğinde üç şey kastedilir: evvela, bu, İsa'nın kişiliğine ve öğretisine dayanan
ve bununla beraber Eflatun'dan faydalanan -ki metafzikte bu doğaldır- Isa irfanı olabilir. Bu irfan, Clement
of Alexandria, Origen, Denis the Areopagite, Scotus Eri-gena, Meister Eckhardt, Nicolas of Cusa, Jakob Boehme ve Angelus Silesius
gibi şahsiyetlerin eserlerinde ifadesini bulmuştur, ikinci olarak, bununla kastedilen tamamen farklı birşey
olabilir; yani Hıristiyanlık'ta yer alan Greko-Latin yahut Yakın-Doğu esoterizmi kastedilebilir. Burada
karşımızdaki esoterizm az çok sınırlı yahut parçalıdır, çünkü öğretiden ziyade
yöntemin irfanı karakterine dayanır. Bu esoterizmde öğreti, esas itibariyle kozmolojik ve dolayısıyla
nesnel olduğu için- "Altın Çağın" ifadesiyle- "asli" yahut yatay kemalin ötesinde değildir. Bu Hıristiyanlaşmış
kozmolojik yahut simyevi esoterizm -bu esoterizme "hümanist" esoterizm de denilebilir, zira bunun gayesi insana kainatın
kemalini kazandırmaktır- mesleki bir mahiyete sahipti; insan bir ilmi ya da sanatı eğiliminden yahut yeteneğinden
dolayı seçer; ruhunu kurtarmak amacıyla a priori olarak değil. Kurtuluşun garantisi din olduğu için
insanlar a posteriori olarak yeteneklerinden ve mesleki eğilimlerinden yararlanabilirler; hatta bu meslek ve yetenek
simyevi yahut mesleki esoterizmle ilişkili ise onu kullanması normal ve hatta zaruridir.
Üçüncü olarak, herhangi bir
tarihi yahut edebi mülahazanın ötesinde gerçek "Hıristiyan esoterizmi" saf ve yalın hakikat- metafizik ve manevi
hakikat- anlamına gelir; bunun ifade edildiği yer de Hıristiyanlığın dogmaları, ritüelleri
ve diğer formlarıdır. Bu esoterizm, saf metafiziği yani evrensel maneviyatı ifade eden Hıristiyan
sembollerinin bütününden ibarettir. Bu, Origen yahut Clement of Alexandria'nın sözkonusu sembollerden ne kadar haberdar
olduğu meselesinden bağımsızdır. Onların olayın her yönünün farkında olmaları
harici sebeplerden dolayı zaten imkansızdı. Prensipte esoterizm ile gerçekte esoterizmi birbirine karıştırmamak
gerekir; yine tüm hakikat imkanlarına sahip muhtemel bir öğreti ile her yönü içermeyen reel bir öğretiyi birbirine
karıştırmamak gerekir.
Yahudi zahiriciliğine
mukabil Hıristiyanlık esoteriktir, çünkü o bir batınilik (esoterizm) mesajıdır. Hıristiyanlığa
göre esoterik özellik, zahiri olana baskındır ve onu bazen ortadan kaldırır. Fakat iradeye dayanan bir
perspektife sahip olması dolayısıyla Hıristiyanlık, saf akıl perspektifi tarafından aşılır;
bu perspektif ise formları onların evrensel özüne indirgeyerek nedamet perspektifini ortadan kaldırır
ve onun yerine özgürleştirici bilgi anlayışını koyar, irfan esas itibariyle İsevi bir mahiyete
sahiptir; çünkü o, bir yanda Logos'a -aşkın ve içkin Akıl- aitken diğer yanda o içselliğin bir mesajıdır.
Esoteristin din konusunda
ikili bir anlayışa sahip olduğu ve eşyaya verdiği manadan, farklı bir biçimde dini yaşadığı
itirazına karşı diyebiliriz ki, bu iddia gerçek irfanı perspektifi -ki bu perspektifte akıl ve duygu
farklı bakış açılarına sahip olsa da birbirlerinin doğal özelliklerini ortadan kaldırmaz
ve yanyana bulunabilir- gözönüne almamaktadır. Kozmik ve manevi düzeylerin doğru ve somut bilgisi gizli herhangi
bir yanlışlığı dışlar. Tanrı'nın antropomorfik kişiliğinin Maya'nın
bir etkisi olduğunu bilerek Tanrı'yla konuşmak, insanın da Maya'nın bir etkisi olduğunu bilerek
insanla konuşmaktan daha az samimi değildir. Bunun gibi, yardımın gerçek sahibinin Tanrı olduğunu
bildiğimiz halde, bir insandan yardım istemek samimiyetsizlik değildir. Zira dediğimiz gibi, Tanrısal
kişilik antropomorfik olup, gerçekte O'na benzeyen insandır, yoksa tersi doğru değildir.
Dini sadakat, Tanrı'nın
bize verdiği araçlarla, kendisiyle kurduğumuz ilişkinin samimiyetinden başka birşey değildir;
formeI düzeye ait olan bu araçlar ipso facto diğer formları dışlar; ama bu, bizim Tanrı'yla kurduğumuz
ilişkiyi zedelemez; bu açıdan form gerçekten eşsiz ve yeri doldurulamazdır, zira Tanrı'yla ilişkimiz
de öyledir. Bununla beraber sözkonusu eşsizlik ve bu çerçevede yeralan ibadetimizin samimiyeti bize "dinsel milliyetçilik"
hakkı vermez. Sıradan insan için kaçınılmaz olan bu tutumu kınamamamızın nedeni onun hakikata
aykırı fikirler taşımasıdır; hatta mü'min esoterik hikmet iddiasında bulunduğu zaman
ve dinsel formalizmin sınırları üzerinde konuştuğu zaman daha da çelişik bir hal alır.
Normal din ile irfan yani
bhakti ile jnana arasındaki ilişkiyi anlayabilmek için insanda prensip itibariyle iki tane özne -"nefs" ve "ruh-
bulunduğunu bilmek gerekir, iki şeyden biri mümkündür: ya ruh, vahyedilmiş dogmaların kabulüne indirgenir
-ki böylece burada Tanrı yolunda tek özne nefstir- ya da ruh kendi mahiyetinin farkındadır ve yaratılış
gayesine uygun davranır; böylece de Tanrı'ya götüren yolun öznesi "ben" değil, ruhtur, fakat bu haldeki ruh,
duygusal ve ferdi nefsin varlığını ve gereklerini ortadan kaldırmaz. Biri duygusal, diğeri akli
olan bu iki öznenin -bu iki özne belli bir noktada kaçınılmaz olarak kesişir-arasındaki denge, kokusu
Vedantik yazılar tarafından bize ulaştırılan bir huzuru netice verir. Bu öznelliklerin hatalı
bir karışımı ise tam tersine "metafizik bireycilik" diyebileceğimiz bir çelişkiye yol açar;
yani rahatsız edici tezahürlere sahip- Tasavvufta bunun örnekleri vardır-parçalı ve noksan esoterizme neden
olur. Benlik kendi başına benlik ötesindekini tecrübe etmeye mantıksal olarak kalkışamaz; çünkü insan,
insandır ve Benlik de Benlik. İradici ve duygusalcı bireycilik kişisel-üstü bilinç düzeyine taşınmamalıdır.
İrfandan mahiyetine zıt birşey beklenmemelidir. Tanrı'yı bilen insanlar değildir, bizde Kendisini
bilen Tanrı'dır.
İnsanoğlunun en
önemli meselesi nefsini kurtarmaktır; bunu yapmak için bir dine bağlanmak durumundadır; bir dine bağlanması
için de ona inanması gerekir. Fakat insan ancak inanılır olana inandığı için iki ya da daha
fazla din hakkında az çok bilgisi olanlar kendilerinin bir dinden başka dinlere bağlanmasından mahrum
edildiğini düşünür. Ve bu kişiler kendi dinlerinin muhtemelen tatmin edici unsurlara dayanmadan kendisini mutlak
doğru ilan edip diğerlerini dışladığının farkındadır. Mezmurlar ve Incillerin
yüce olduğuna kuşku yok, ama onlarda zahiri olarak yahut psikolojik olarak Upanişad ve Bhagavadgita'larda bulunan
şeylerin mevcut olduğunu söylemek başka bir meseledir. Gerçekten irfani esoterizm, -formalistik değil,
total ve evrensel esoterizm-kendi başına her meşru zihni ihtiyacı karşılayamaz; çünkü onun alanı
önyargılardan oluşan ifadeler alanı değil, derin niyetler alanıdır.
Dinlerin psikolojik ve toplumsal
şartları gözönünde bulundurmaları gerektiğini ve içerdiklerinden dolayı dışladıklarından
dolayı bazı açılardan sınırlı olduklarım buna karşılık mutlak bağlılık
talep ettiklerini kabul etmekle beraber onların dogmatik perspektiflerini aşan her argümana kendilerini kapatma
hakkı olduğunu reddediyoruz; gerçekten, ilahi olmalarından dolayı dayandıkları tanrısal
Kader tarihin herdöne-minde şu ya da bu şekilde yaptığı gibi zamanımızın özel şartlarını
da gözönünde bulundurmuştur.
Dinler farklı perspektiflerden
ilahi ilke ve ebedi yaşam konularını gözönünde bulundururlar. Fakat onlar,esoterizmin yaptığı
gibi bizatihi din fenomenini ve bakışaçılarmın mahiyetini izah edemezler, iki sebepten dolayı onlardan
bu izahı beklemek manasızdır: ilki, tanımı gereği her din kendini tek mümkün din olaraktakdim
eder, zira onun bakış açısı Hakikat'a dayanır ve bu nedenle izafiyet tehlikesini dışlamak
durumundadır. ikinci olarak, dinler formülasyon ve sembolizm izafiyetini aşan asli ve elzem içeriklerinden dolayı
taleplerinin total karakterinde ima edilen vaadine tamamen uymalıdır.
Basit bir dille söylersek;
zahiricilik, formu -the credo- özün -Evrensel Hakikat- üzerine yerleştirir ve özün formun bir fonksiyonu olduğunu
iddia eder; burada form sahip olduğu ilahi köken itibariyle özün kıstasıdır. Buna mukabil, esoterizm,
özü, formun üzerine yerleştirerek formu özün bir fonksiyonu olduğunu ön sürer; zira esoterizm için ve tabii gerçek
değerler hiyerarşisine uygun olarak öz, formun kıstasıdır; yani evrensel Hakikat, Hakikatin çeşitli
dini formlarının kıstasıdır. Zahiricilikte bunun tersinin olmasının nedeni onda özün bir
tezahürü olarak formun Hakikatin teminatı olmasıdır. Zahiricilikte formun ötesindeki Hakikata ulaşılamayacağı
düşünülür ve sıradan, insan için bu doğrudur,; zira aksi takdirde dogmatik vahiy fenomeni izah edilemez.
Mutlak oluşu itibariyle
esoterizmi karakterize eden şey şudur ki; esoterizm, dogmatik bir sistemle temasa geçtiği zaman sembolü yahut
dini kavramı evrenselleştirir ve de içselleştirir. Böylece sınırlı olan asli yahut aşkın
olanın bir tezahürü olarak kabul edilir; bu da kendini içkin olarak izhar eder. Hıristiyanlık, bir yandan "israil"
mefhumunu evren-selleştirirken, diğer yandan ilahi Yasa'yı içselleştirir; ve bedenin yerine kalbi, "seçilmiş
insanlar" yerine herkesi kapsayan Kilise'yi ve zahiri emirlerin yerine de fazileti koyar; bütün bunlar Yasa'ya itaat yerine
Tann sevgisini ve son tahlilde mistik birliği gözönüne bulundurur. Bu prensipler yada değişikliklerin Batıniler
ve diğer Yahudi mistikler tarafından bilinmemesi mümkün değildir; fakat Hıristiyanlığın
orijinalliği batini bir din oluşturup Musevi formalizmi ona kurban etmesinde yatmaktadır.
Rasyonalizm, entellektüel
perspektiften bir sapma olsa da arifi, rasyonalist ile karıştırmamak gerekir. Arif (jnani) eşyanın
kökenini a priori olarak bilmek istemez ve bu iddiada da bulunmaz; fakat tabiatının kendisine gösterdiğini
istese de istemese de bilir ve örneğin güneş sistemini belli bir noktadan gördüğünü ve mevsimlerin, gece ve
gündüzün sebebini ve yıldızların hareketini bilir. Genel dogmatik ve formalistik din, belli bir beşeri
öznellik perspektifiyle analojik olarak sınırlıdır; fakat esoterizm, bu görünüşler sistemini sembolizm
olarak kabul etmekle beraber "metafiziksel fenomenler" denilebilecek şeyin de farkındadır, ilkeyi kavrayabilen
akla (intellect) sahip olduğunu iddia eden rasyonalist aslında buna sahip değildir; zira o, usu (reason) akıl
(intellect) ile karıştırmaktadır ki, bu ise sapık fırkaların sahte ilhamcılığına
benzemektedir. Fakat "en iyinin bozulması en kötü şey olduğu" için rasyonalizm, sahte mistisizmden daha tehlikelidir,
zira bu mistisizm en azman Tanrı'yı ve ahireti inkar etmez. Daha önce başka vesilelerle dile getirdiğimiz
bir noktayı burada bir kez daha vurgulamak istiyoruz: biri zahiri (vahiy) diğeri batini (akıl) olmak üzere
kesinliğin iki kaynağı bulunmaktadır; duygusalcılık, birinciye rasyonalizm de ikinciye el koymuştur;
hakikaten Akıl, Vahiy ile Vahiy de Akıl ile birleşmelidir...
Burada iki paradoksu izah
etmemiz gerekir; bunlar zanaat inisiyasyonları ile imparator paradokslarıdır. Zanaat (tecrübi) inisiyasyonlar
irfana (jnana) ait olduğu halde daha önce de belirttiğimiz gibi bunlar kozmoloji ve simyaya indirgenmiştir.
Halbuki bu, insanı asli tabiatına iade etmek demektir; bunu da duygusal bir kahramanlıkla değil, zanaat
sembolizmi yardımıyla eşyanın gerçek tabiatına dayanarak yapar. Öyle görünüyor ki, bu zanaat, entellektüel
perspektifin sadece bir karikatürü hükmünde olan bir tür hümanistik evrenselliğe teslim edilmiştir. Bunun uzak sebebi
Rönesans, yakın sebebi de "Aydınlanmadır." imparator paradoksuna gelince; bunun paradoksluğu dinle değil,
dünya ile ilişkilidir; yine bu imparator, Roma dininin -ki bu din Ari kökeni itibariyle irfanidir; genel yapısı
itibariyle dejenere olmasına karşın pontifex maximus rolünü üstlendiği için paradoksaldır...
Esoterik boyutun tarzlarından
biri de dünyadan kopuştur. Çoğu insan için bu mistik tavır -dünyadan kopuş- ile manevi cinsellik arasında
bir bağ bulunmaktadır; onlar bu iki tavrın "kolaylığa" indirgenebileceğin! düşünürler;
sanki kolaylık yanlışlıkla ve zorluk da doğrulukla eşanlamlıymış gibi ve sanki
bu iki tavır, ciddi veçheler içermiyormuş gibi. Gerçekte dünyadan kopuş tavrı, varoluşsal cevher
ve ilahi içkinlik fikirlerine ve Tanrı'nın Huzuru'na dayanır; yani bu tavır "insanın gerçek benliğine"
ve ilahi Barışa dayanır; ve bu sırrın anlaşılmasını gerektirdiği gibi aktif
ve işlevsel bir tutuma yani kalıcı ibadete (kalbin ibadetine) dayanır ki bu ise derin bir dindarlıktır...
Frithjof Schuon
Derleyen ve Çeviren
Şehabeddin Yalçın
Yukarıdaki yazı
Frithjof Schuon, Varlık,Bilgi ve Din, İnsan Yayınları İst. 1997, s.95-104'den alınmıştır