mevalana celaleddin rumi
Mevlana'nin asil adi Muhammed
Celaleddin'dir. Mevlana ve Rumi de, kendisine sonradan verilen isimlerdendir. Efendimiz manasina gelen Mevlana ismi, ona,
daha pek genç iken Konya'da ders okutmaya basladigi tarihlerde verilir. Bu isim sems-i Tebrizi ve Sultan Veled'den itibaren
Mevlana'yi sevenlerce kullanilmis; Adeta adi yerine sembol olmustur.
Rumi, Anadolu demektir.
Mevlana'nin, Rumi diye taninmasi,
geçmis yüzyillarda Diyari Rum denilen Anadolu ülkesinin vilayeti olan Konya'da uzun müddet oturmasi, ömrünün büyük bir kisminin
orada geçmesi ve nihayet türbesinin orada olmasindandir.
Mevlana'nin dogum yeri, bugünkü
Afganistan'da bulunan, eski büyük Türk kültür beldesi Belh'tir
Mevlana'nin Dogum tarihi ise
(6 Rebiu'l Evvel, 604) 30 Eylül 1207'dir. Bazi arastirmacilarin tespitine göre, O'nun dogum tarihi 1182'dir.
Asil bir aileye mensup olan
Mevlana'nin annesi, Belh Emiri Rükneddin'in kizi Mümine Hatun; babaannesi, Harezmsahlar (1157 Dogu Türk Hakanligi) hanedanindan
Türk prensesi, Melike-i Cihan Emetullah Sultan'dir.
Babasi, Sultanü'l-Ulema (Alimlerin
Sultani) ünvani ile taninmis, Muhammed Bahaeddin Veled; büyükbabasi, Ahmet Hatibi oglu Hüseyin Hatibi'dir.
Eflaki ye göre Hüseyin Hatibi,
ilmi deniz gibi engin ve genis olan bir alim idi. Din ilminin üstadi ve alimlerin büyüklerinden sayilan, güzel siirler söyleyen
Nisaburlu Raziyuddin gibi bir zat da talebelerindendi.
Kaynaklar ve Mevlana'nin sevgi
yolunda gidenler eserinde Sultanü'l-Ulema Bahaeddin Veled'in nesebinin, anne cihetiyle ondördüncü göbekte Hz. Muhammed (SAV)'in
torunu Hz. Hüseyin'e; baba cihetiyle de onuncu göbekte Hz. Muhamed (SAV)'in seçilmis dört dostundan ilki Hz. Ebu Bekir Siddik'a
ulastigini kaydediyorlar.
Babasi Bahaeddin Veled Hazretleri'nin
sahsiyeti
Bahaeddin Veled, 1150'de Belh'de
dogmus, babasi ve dedesinin manevi ilimleriyle yetismis; ayrica
Necmeddin Kübra (?-1221)'dan
da feyz almistir.
Bahaeddin Veled bütün ilimlerde
esi olmayan, olgun mana sultani idi. ilahi hakikatler ve Rabbani ilimlerden meydana gelen uçsuz bucaksiz bir deniz gibi olan
Bahaeddin Veled, Horasan diyarinin, en güç fetvalari halletmede, tek üstadi idi ve vakiftan hiçbir sey almazdi, devlet hazinesinden
kendisine tahsis edilen maasla geçinirdi
Kaynaklarin ittifakla rivayetine
göre, devrinin alimleri ve ulu müftüleri, Hz. Muhammed (SAV)'in manevi isaretiyle, Bahaeddin Veled'e Sultanü'l-Ulema ünvanini
vermislerdir. Bundan sonra da Bahaeddin Veled bu ünvanla yad edilmistir.
Bu ünvanin verilisi Türklerin
adetiyle de izah edilebilir.
Türklerin güzel karakterlerini
gösteren birçok adetleri vardi. Türkler, yüksek kabiliyet ve fazilet sahiplerinin taninmadan kaybolup gitmesine, unutulmasina
razi olmazlardi. Onlari halkin gözünde belirtmek, halki ilim ve irfana yöneltmek için o gibi büyüklere layik olduklari birer
ünvan verilirdi. Bu anane, Türklerin ilme, fazilete karsi saygi duygularini gösteren parlak bir delildir. Hatta anane geregince
imzalarin üstünde bu ünvanlari kullanmaya mecburdurlar. Onlar kazandiklari bu ünvanlari kendileri için manevi bir rütbe sayarlar,
nefisleri için bundan asla gurur duymazlardi.
Alimler gibi giyinen Bahaeddin
Veled, adeti üzre, sabah namazindan sonra, halka ders okutur; ögle namazindan sonra dostlarina sohbette bulunur; Pazartesi
günleri de bütün halka va'z ederdi.
Va'zi esnasinda umumuyetle,
Yunan filozorlarinin fikirlerini benimseyenlerin görüslerini reddeder ve: "Semavi (Allah'dan olan, ilahi) kitaplarini arkalarina
atip, filozoflarin silik sözlerini önlerine alip itibar edenlerin nasil kurtulma ümidi olur." "Muhammed Sallallahu aleyhi
ve sellem`in yürüyüsünden daha iyi yürüyüs; yolundan daha dogru yol görmedim" derdi.
Hz. Mevlana`nin Babasi ile
Belh`ten Çikislari ve Konya`ya Gelisleri.
Arastirmacilar, Bahaeddin
Veled'in Belh'ten göç etmesine sebep olarak, Mogol istilasini göstermektedirler.
Sultanü'l-Ulema, aile ve dostlariyla,
Belh sehrini 1212, 1213 tarihlerinde terk ettikten sonra Hacca gitmeye niyet etmisti. Nisabur'a ugradi. Göç kervaniyla Bagdat'a
yaklastiginda, kendisine hangi kavimden olduklarini ve nereden gelip nereye gittiklerini soran muhafizlara Sultanü'l-Ulema
seyh Bahaeddin Veled su manidar cevabi verir.
"Allah'tan geldik, Allah'a
gidiyoruz. Allah'tan baska kimsede kuvvet ve kudret yoktur."
Bu söz, seyh sehabeddin Sühreverdi
(1145-1235)'ye ulastiginda: "Bu sözü Belh'li Bahaeddin Veled'den baskasi söyleyemez."dedi. Samimiyetle ve muhabbetle karsilamaya
kostu. Birbirleriyle karsilasinca seyh Sühreverdi, katirindan inip nezaketle Bahaeddin Veled'in dizini öptü, gönülden hürmetlerini
sundu.
Bahaeddin Veled, Bagdat'ta
üç günden fazla kalmadi ve Küfe yolundan Ka'be'ye hareket etti. Hac farizasini yerine getirdikten sonra, dönüste sam'a ugradi.
Bahaeddin Veled, yaninda biricik
oglu Mevlana oldugu halde, göç kervaniyla sam'dan Malatya'ya, oradan Erzincan'a oradan Karaman'a ugradilar. Karaman'da bir
müddet kaldiktan sonra, nihayet Konya'yi seçip oraya yerlestiler.
Göç Yolunda Hz. Mevlana'ya
Teveccühte Bulunan Mutasavviflar
Belh'i terk ettikten sonra
Bagdat'a dogru yola çikan Bahaeddin Veled, Nisabur'a vardiginda ziyaretine gelen seyh Feridüddin Attar (1119-1221,1230) ile
görüsüp sohbet eder.
Sohbet esnasinda seyh Attar,
Mevlana'nin nasiyesindeki (alnindaki) kemali görür ve ona Esrar-Name adli eserini hediye eder ve babasina da "çok geçmeyecek
ki, bu senin oglun alemin yüregi yaniklarinin yüreklerine atesler salacaktir." der.
Sultanü'l-Ulema, Hac farizasini
yerine getirdikten sonra dönüste sam'a ugradi. Orada seyh-i Ekber Muhyiddin ibnü'l Arabi (1165-1240) ile görüstü. seyh-i Ekber,
Sultanü'l-Ulema'nin arkasinda yürüyen Mevlana'ya bakarak:
"Sübhanallah! Bir okyanus
bir denizin arkasinda gidiyor!" demistir.
Hz. Mevlana'nin Evlenmesi
Karaman'da bulunduklari 1225
tarihinde Mevlana, babasinin buyrugu ile, itibarli, asil bir zat olan Semerkantli Hoca serafeddin Lala'nin, huyu güzel, yüzü
güzel kizi Gevher Banu ile evlendi.
Hz. Mevlana'nin, Konya'ya
Yerlesmeleriyle ilgili Yorumu
Hak Teala'nin Anadolu halki
hakkinda büyük inayeti vardir ve Siddik-i Ekber Hazretlerinin duasiyla da bu halk, bütün ümmetin en merhamete layik olanidir.
En iyi ülke Anadolu ülkesidir; fakat bu ülkenin insanlari mülk sahibi Allah'in ask aleminden ve deruni zevkten çok habersizdirler.
Sebeblerin hakiki yaraticisi Allahi hos bir lütufta bulundu. Sebepsizlik aleminden bir sebep yaratarak bizi Horasan ülkesinden
Anadolu vilayetine çekip getirdi.
Haleflerimize de bu temiz
toprakta konacak yer verdi ki, ledünni (Allah bilgisine ve sirlarina ait) iksirimizden (Altin yapma hassamizdan) onlarin bakir
gibi vücutlarina saçalim da onlar tamamiyle kimya (bakisiyla, baktigi kimseyi manen yücelten olgun insan); irfan aleminin
mahremi ve dünya ariflerinin hemdemi (canciger arkadasi) olsunlar.
Hz. Mevlana'nin Konya'daki
Hayati
Önceki bahislerde sahsiyetini
belirtmeye çalistigimiz Bahaeddin Veled, Mevlana'nin ilk mürsididir. Yani Mevlana,ya Allah yolunu ögretip, tasavvuf usulünce
hakikatleri ve sirlari gösteren tarikat seyhidir. Bütün islam aleminde yüksek bir itibar ve söhrete sahip olan Bahaeddin Veled,
Selçuklularin Sultani Alaaddin Keykubat'tan yakin alaka ve sonsuz hürmet görür. Bahaeddin Veled ,3 Mayis 1228 tarihinde Selçuklularin
bas sehri Konya'yi sereflendirip yerlestikten kisa bir süre sonra, son derece samimi dindar olan Sultan Alaaddin Keykubat
(saltanat müddeti: 1219-1236), sarayinda Bahaeddin Veled'in serefine büyük bir toplanti tertip etti ve bütün ileri gelenleriyle
birlikte onun manevi terbiyesi altina girdi. Sultanu'l-Ulema'ya gönülden bagli olan Sultan Alaaddin onu hayranlikla söyle
över: "Heybetinden gönlüm tir tir titriyor; yüzüne bakmaktan korkuyorum. Bu eri gördükçe gerçekligim, dinim artiyor. Bu alem,
benden korkup titrerken ben , bu adamdan korkuyorum; ya Rabbi bu ne hal? iyice inandim ki O, nadir bulunan ve esi benzeri
olmayan bir Allah dostudur." Dünya sultanina hükmeden, essiz Allah dostu mana ve gönül sultani Bahaeddin Veled, 24 subat 1231
tarihinde Cuma günü kusluk vaktinde ebedi aleme göçtü. Geriye Muhammed Celaleddin gibi bir hayirli ogul ile Maarif gibi bir
eser birakti. Sultanu'l-Ulema,sadece duygu ve düsüncelerini açikladi, söhret pesinde kosmadi. Etrafindakilerini yetistirdi
ve onlari daima aydinlatti. Maarif, Bahaeddin Veled meclislerindeki anlattiklarindan va'z ve nasihatlarinin bizzat kendisi
tarafindan yazilarak bir araya getirilmesiyle meydana gelmis tasavvufi, ahlaki bir eserdir. Konusu, muhtevasi ve üslubu ile
birinci derecede tasavvufi bir eser olan Maarif, hem kitabin kendi açisindan , hem de Mevlana üzerindeki tesiri bakimindan
büyük bir önem tasir. Bahaeddin Veled,in irtihalinde Mevlana yirmi dört yasinda idi. Babasinin vasiyeti, dostlarinin ve bütün
halkin yalvarm alari ile babasinin makamina geçti. Mevlana, babasindan sonra, Seyyid Burhaneddin ile bulusuncaya kadar, bir
yil mürsidsiz kaldi. 1232 tarihinde babasinin degerli halifesi Seyyid Burhaneddin Konya'ya geldi. Mevlana onun manevi terbiyesi
altina girdi.
Seyyid Burhaneddin, mertebesi
çok yüksek, bir kamil mürsid idi. Kendisine daima kalplerde bulunan sirlari bilmesinden dolayi, Seyyid Sirdan denirdi. Seyyid
Burhaneddin, ta çocukluk yillarinda bir lala gibi omuzlarinda tasiyip dolastirdigi, Mevlanaya dedi ki ."Bilginde esin yok,
seçkinsin Ama baban hal (manevi makam) sahibiydi; sen de onu ara, kalden (sözden) geç onun sözlerini iki elinde kavramissin;
fakat benim gibi onun haliylede sarhos ol. Böylece de ona tam mirasci kesil; cihadina isik saçmada günese benze. Sen zahiren
babanin mirascisisin; ama özü ben almisim; bu dosta bak bana uy."
Mevlana babasinin halifesinden
bu sözleri duyunca samimiyetle onun terbiyesine teslim oldu. Mevlana candan, samimiyetle, Seyyid Burhaneddin'i babasinin yerine
koydu ve gerçek bir mürsid bilerek gönülden, tam dokuz yil ona hizmet etti. Bu zaman zarfinda, o kamil mürsid'in kilavuzlugu
ile mücahede (nefsi yenmek için gayret sarfederek) ve riyazetle (dünya lezzetlerinden ve rahatindan sakinarak perhizle) mesgul
olup, o kamil arifin feyizli sohbet ve nefesleriyle pisti, olgunlasti, bastan ayaga nur oldu; kendinden kurtuldu, mana sultani
oldu. Nitekim, Mesnevi'sindeki su iki beyit, pistiginin, kamil insan mertebesine ulastiginin ifadesidir:
"Pis ol da bozulmaktan kurtul...
Yürü, Burhan-i Muhakkik gibi nur ol."
Kendinden kurtuldun mu, tamamiyle
burhan olursun. Kul olup yok oldun mu, sultan kesilirsin.
Hz. Mevlana'nin Konya Disina
Seyahati
Mevlana, yüksek ilimlerde
daha çok derinlesmek için, Seyyid Burhaneddin'in izniyle Halep'e gitti. Haleviyye
Medresesi'nde, fikih, tefsir
ve usul ilimlerinde üstün bir alim olan Adim oglu Kemaleddin'den ders aldi.
Mevlana, Helep'teki tahsilini
bitirdikten sonra sam'a geçti. Burada, ilmi incelemeler yapmak için dört yil kaldi. Bu zaman zarfinda sam'daki alimlerle tanisip,
onlarla sohbet etti.
Eflaki'ye göre Mevlana, sam'da
Sems-i Tebrizi ile görüsmüstür; fakat bu görüsme kisa bir müddettir ve söyle cerayan etmistir:
Sems-i Tebrizi, bir gün halk
arasinda, Mevlana'nin elini yakalayip öper ve ona:
"Dünyanin sarrafi beni anla!"
diye hitap eder ve kaybolur.
iste bu sohbet veya bir anlik
görüsme tarihinden takriben sekiz sene sonra sems, Konya'ya gelecek ve Mevlana ile içli disli sohbet edecektir.
Yedi yil süren Halep ve sam
seyahatinden sonra Konya'ya dönen Mevlana, Seyyid Burhaneddin'in arzusu üzerine birbiri arkasina, candan istekle ve samimiyetle,
üç çile çikardi. Yani üç defa kirkar gün (yüzyirmi gün) az yemek, az içmek, az uyumak ve vaktinin tamamini ibadetle geçirmek
suretiyle nefsini aritti. Üçüncü çilenin sonunda Seyyid Burhaneddin, Mevlana'yi kucaklayip öptü; takdir ve tebrikle:
"Bütün ilimlerde esi benzeri
olmayan bir insan; nebilerin ve velilerin parmakla gösterdigi bir kisi olmussun... Bismillah de yürü, insanlarin ruhunu taze
bir hayat ve ölçülemeyecek bir rahmete bog; bu suret aleminin ölülerini kendi mana askinla dirilt."dedi ve onu irsad ile görevlendirdi.
Seyyid Burhaneddin, daha sonra,
Mevlana'dan izin alip Kayseri'ye gitmis ve orada ebedi aleme göçmüstür. (1241, 1242). Türbesi Kayseri'dedir.
Mevlana, Seyyid Burhaneddin'in
Konya'dan ayrilisindan sonra, irsad (Allah yolunu gösterme) ve tedris makamina geçti. Babasinin ve dedelerinin usullerine
uyarak bes yil bu vazifeyi basari ile yapti. Rivayete göre dini ilimleri tahsil eden dörtyüz talebesi ve onbinden çok müridi
vardi.
Hz. Mevlana'nin Dostlari,
Halifeleri
Sems-i Tebrizi
Bu zatin adi, semseddin Muhammed
olup dogumu 1186'dir. Tebrizli Melekdad oglu Ali'nin oglu olan sems, tahsilini bitirdikten sonra, zamanin yegane seyhi olarak
gördügü Tebrizli seyh Ebu Bekir Sellebaf (selle ve sepet örücüsü)'a intisap etti ve onun terbiye ve irsadiyla yetisip olgunlasti.
sems, ulastigi manevi makama
kanaat etmediginden daha olgun mürsidler bulmak arzusuyla seyahate çikti. Senelerce, takati tükenircesine birçok yerler dolasti;
zamanin arifleriyle görüstü. Bu arifler, mana alemindeki uçusundan kinaye olarak sems'e, Sems-i Perende (Uçan Günes) adini
vermislerdir.
sems, ta çocuklugundan itibaren
fikren ve ruhen hür bir dervis, kendinden geçercesine ilahi aska dalarak yasayan bir sahsiyettir.
sems, kendini ruhen tatmin
edecek seviyede bir hak dostu bulamayan ve hep kendi mertebesinde bir sohbet arkadasi arayan kamil velidir.
Yana yakila, kendisine muhatap
olabilecek, sohbetine dayanabilecek bir dost arayan sems'in bir gece karari elden gitti, heyecan içinde idi. Allah'in tecellilerine
gömülüp mest olmus bir halde münacatinda :
"Ey Allah'im ! Kendi , örtülü
olan sevgililerinden birini bana göstermeni istiyorum." diye yalvardi.
Allah tarafindan, istediginin,
Anadolu ülkesinde bulunan, Belh'li Sultanü'l-Ulema'nin oglu Muhammed Celaleddin oldugu ilham edildi.
Bu ilham ile sems, 29 Kasim
1244 yili Cumartesi sabahi Konya'ya geldi.
Hz. sems ile Hz. Mevlana'nin
Bulusmalari
Mevlana, ile sems, bu iki
kabiliyet, bu iki nur, nihayet bulustular; görüstüler.
Bu iki ilahi asik, bir müddet
yalnizca bir köseye çekilerek kendilerini tamamiyle Hakk'a verdiler ve gönüllerine gelen ilahi ilhamlarla sohbetlere koyuldular.
Sultan Veled der ki:
"Ansizin sems gelip ona ulasti;
ona masukluk (sevilen, sevgili olmanin) hallerini anlatti, açikladi. Böylece de sirri yücelerden yüceye vardi. sems, Mevlanayi
sasilacak bir aleme çagirdi, öyle bir aleme ki, ne Türk gördü o alemi ne Arap."
Hz. Mevlana'nin Masukluk Mertebesine
Erismesi
Bu Hususu Sultan Veled söyle
açiklar:
"Alemdeki erenlerin derecelerinden
üstün bir derece vardir ki o, masukluk duragidir. Aleme bu masukluk
duragina dair haber gelmemis;
bu durakta bulunanlarin ahvalini hiçbir kulak isitmemisti. Tebrizli semseddin zuhur edip, Mevlana Celaleddin'i asiklik ve
erenlik mertebesinden, bu zamana kadar duyulmamis olan. Masukluk mertebesine eristirmistir. Esasen Mevlana, ezelde, masukluk
denizinin incisiydi; hersey döner, aslina varir."
Hatirlara gelebilecek, "sems
mi Mevlana'yi aradi; Mevlana mi Sems-i " sorusuna cevap verebiliriz:
sems, Mevlana'yi Mevlana da
sems'i aramistir.
sems Mevlana'ya asik ve taliptir;
Mevlana da sems'e asik ve taliptir. Çünkü asik, ayni zamanda masuk; masuk ayni zamanda asiktir. Mevlana der ki:
"Dilberler (gönül alip götüren,
manevi güzeller), asiklari, canla basla ararlar.. Bütün masuklar, asiklara avlanmislardir.
Kimi asik görürsen bilki masuktur.
Çünkü o, asik olmakla beraber masuk tarafindan sevildigi cihetle masuktur da. Susuzlar alemde su ararlar, fakat su da cihanda
susuzlari arar."
Mevlana, manevi yolculugunu,
olgunluga ermesini, su sözünde toplamistir:
"Hamdim, pistim, yandim."
Mevlana'nin pismesi, babasi
Sultanü'l-Ulema Bahaeddin Veled ve Seyyid Burhaneddin'in feyizli nefesleriyle; yanmasi da sems'in nurlu aynasinda gördügü
kendi güzelliginin ask atesiyledir.
Mevlana, sems ile Konya'da
bulustugu zaman tamamiyle kemale ermis bir sahsiyetti. sems, Mevlana'ya ayna oldu. Mevlana, sems'in aynasinda gördügü kendi
essiz güzelligine asik oldu. Diger bir ifadeyle Mevlana, gönlündeki Allah askini sems'te yasatti.
Mevlana'nin sems'e karsi olan
sevgisi, Allah'a olan askinin miyaridir (ölçüsüdür); çünkü Mevlana, sems'te Allah cemalinin parlak tecellilerini görüyordu.
Mevlana açilmak üzere bir
güldü. sems ona bir nesim oldu. Mevlana zaten büyüktü, sems onda bir gidis, bir nesve degisikligi yapti.
sems ile Mevlana üzerine söz
tükenmez. Son söz olarak söyle söyleyelim:
sems, Mevlana'yi atesledi
ama karsisinda öyle bir volkan tutustu ki, alevleri içinde kendi de yandi.
Hz. sems'in Konya'dan Ayrilisi
sems ile bulusan Mevlana,
artik vaktini sems'in sohbetine hasretmis, sems'in nurlarina gömülüp gitmis, bambaska bir aleme girmisti. sems'in cazibesinde
yana yana dönüyor, ilahi askla kendinden geçercesine Sema ediyordu.
Bu iki ilahi dostun sohbetlerindeki
mukaddes sirri idrakten aciz olanlar, ileri geri konusmaya basladilar. Neticede sems, incindi ve Mevlana'nin yalvarmalarina
ragmen, Konya'dan sam'a gitti (14 Mart, 1246 Persembe).
Hz. sems'in Konya'ya Dönüsü
sems'in ayriligindan derin
bir istiraba düsen Mevlana, manzum olarak yazdigi güzel bir mektubu, Sultan Veled'in baskanligindaki kafileyle sam'a, sems'e
gönderdi.
Sultan Veled, kaflesiyle sam'a
vardi. sems'i buldu ve babasinin davet mektubunu, hediyelerle birlikte sems'e sundu.
sems:
"Muhammed-i tavirli ve ahlakli
Mevlana'nin arzusu kafidir. Onun sözünden ve isaretinden nasil çikilabilir?" diyerek, Mevlana'nin davetine icabet etti ve
1247'de, Sultan Veled'in kafilesiyle, Konya'ya döndü.
Sems-i Tebrizi Hazretleri'nin
Kaybolusu
sems'in Konya'ya geri gelmesine
herkes sevindi. Mevlana da hasretin sikintilarindan kurtuldu. Artik sems'in serefine ziyafetler verildi. Sema meclisleri tertip
edildi. Fakat huzurlu, muhabbettle, dostluk içinde geçen günler uzun sürmedi; dedikodular ve can sikici durumlar yeniden basladi.
sems, o bahtsiz dedikoducu
toplulugun yine kinle doldugunu, gönüllerinden sevginin uçup gittigini, akilarinin nefislerine esir oldugunu anladi ve kendisini
ortadan kaldirmaya ugrastiklarini bildi. Sultan Veled'e dedi ki:
"Gördün ya, azginlikta yine
birlestiler.
Dogru yolu göstermekte, bilginlikte
esi olmayan Mevlana'nin huzurundan beni ayirmak, uzaklastirmak, sonra da sevinmek istiyorlar.
Bu sefer öyle bir gidecegim
ki, hiç kimse benim nerede oldugumu bilemeyecek. Aramaktan acze düsecek, kimse benden bir nisan bile bulamiyacak.
Böyle birçok yillar geçecek
de yine izimin tozunu bile göremeyecek."
iste Sultan Veled'e böyle
yakinan sems, 1247-1248 tarihinde, Konya'dan ansizin gidip kayboldu.
sems'in kaybolusundan sonra
Mevlana, herkesten onun haberini soruyordu. Kim onun hakkinda asli esasi olmayan bir haber bile verse ve sems'i falan yerde
gördüm dese, bu müjde için sarigini ve hirkasini vererek sükranelerde bulunuyordu.
Bir gün, bir adam, Sems-i
sam'da gördüm, diye haber verdi. Mevlana buna, tarif edilemeyecek sekilde sevindi ve o adama, üstünde nesi varsa bagisladi.
Dostlarindan birisi, bu adamin verdigi haber yalandir, o sems'i hiç görmemistir, dediginde Mevlana su cevabi vermistir: "Evet,
onun verdigi bu yalan haber için üstümde neyim varsa verdim. Eger dogru haber verseydi, canimi verirdim."
Hz. Mevlana'nin Konya Disina
ikinci Çikisi
Mevlana, sems'i çok aradi.
Onun ayriligiyla, gönülleri yakan, sizlatan, nice siirler söyledi. Onu aramak için iki kere sam'a gitti. Yine Sems-i bulamadi.
Bu son iki seyahatin tarihleri kesin olarak bilinmemekle beraber, büyük bir ihtimalle 1248-1250 yillari arasinda oldugu söylenebilir.
Sultan Veled'in ifadesiyle
Mevlana, sam'da suret bakimindan Tebrizli Sems-i bulamadi ama, mana yönünden onu, kendisinde buldu. Ay gibi kendi varliginda
beliren sems'i, kendinde gördü ve dedi ki:
"Beden bakimindan ondan ayriyim
ama, bedensiz ve cansiz ikimizde bir nuruz.
Ey arayan kisi! ister onu
gör, ister beni. Ben oyum o da ben."
Konyali Kuyumcu seyh Selahaddin
Hazretleri
Yagibasan'in oglu Konya'li
Zerkub (Kuyumcu) diye taninan seyh Selahaddin Feridun, Konya civarindaki bir gölün kenarinda balikçilikla geçinen bir ailedendir.
Ümmi olarak bilinen seyh Selahaddin,
gençliginde Seyyid Burhaneddin'in terbiyesine girmis, onun sohbetlerinde pismis, onun feyziyle olgunlasmis, kamil bir insandir.
Ayrica sems'in sohbetlerinde de bulunmus , ondan feyz almistir.
seyh Selahaddin, kuyumcu dükkaninda
altin varak yaparak, helalinden para kazanmak ve manevi halini kuvvetlendirmekle ugrasirdi. seyh Selahaddin'in, Mevlana ile
tanismasi ta Seyyid Burhaneddin'in manevi terbiyesi altina girdigi tarihte baslar; fakat bütün sevgilerden tamamen vazgeçip
Mevlana'ya manen baglanmasina ve vakitlerini onun sohbetlerine hasretmesine sebep su hadisedir.
Mevlana bir gün seyh Selahaddin'in
Kuyumcular çarsisindaki dükkaninin önünden geçmektedir. içerde varak yapmak için çekiçle altin dögmekte olan Kuyumcu seyh
Selahaddin ve çiraklarinin çekiç darbelerinden çikan sesleri duyan Mevlana, o hos seslerin ahengi ile cezbelenir (Allah tarafindan
manen çekilerek iradesi elden gider) ve vecd ile (kendinden geçip ilahi aska dalarak) Sema etmeye baslar. Disarida Mevlana'nin
Sema ettigini gören seyh Selah addin onun, çekiç darbelerinin ahengine, ritmine uyarak Sema ettigini anlayinca, altinin zayi
olmasini düsünmez ve çiraklarina, çekiç darbelerine devam etmelerini emrederek kendisi de disari firlar ve Mevlana'nin ayaklarina
kapanir.
Hz. Mevlana'nin, seyh Selahaddin
Hazretleri'ni Kendisine Hemdem ve Halife Seçmesi
Mevlana, son sam seyahatinde,
mana yönünden sems'i ay gibi kendinde gördükten sonra, onu aramaktan vazgeçti ve kendisine seyh Selahaddin'i dost ve hemdem
olarak seçti. Mevlana, sems'e duydugu muhabbet ve gönül bagliliginin aynisini seyh Selahaddin'e de gösterdi ve bu zat ile
sükun buldu.
Mevlana, Allah'in cemal tecellileri
içinde ruhen manevi bir alemde yasadigindan, müridlerinin irsadiyla bizzat ugrasmamis ve onlarin irsad ve terbiyesine, en
seçkin, en ehil dostlarindan birini tayin etmistir. iste seyh Selahaddin, bu vazifeye ilk olarak tayin ettigi dostudur.
Mevlana, seyh Selahaddin'e
yalniz manevi bir bag ve içten gelen muhabbetiyle kalmadi, onun kizi, hakkinda: "Benim sag gözüm" diyerek iltifatta bulundugu
Fatma Hatun'u, oglu Sultan Veled'e almak suretiyle aralarinda bir akrabalik bagi da kurdu.
seyh Selahaddin Hazretleri'nin
Olgunlugu
Mevlana'nin, sems ile dostlugunu
çekemeyenler bu sefer de Mevlana'nin seyh Selahaddin'e gösterdigi yakinliga hased etmeye basladilar. seyh Selahaddin'i, ü
mmidir diye, yüksek irsad makamina layik görmüyorlardi. sems'e yaptiklari gibi küstahliga kalkistilar.
Kendisine kötü düsümce ile
bakan bahtsiz, zavallilara seyh Selahaddin:
"Mevlana, beni yalnizca herkesten
üstün tuttu da bu yüzden inciniyorsunuz. Bilmiyorsunuz ki, benim apaçik bir görünüsüm yok, ben bir aynayim.
Mevlana, bende kendi yüzünü
görüyor; ne diye kendini seçmesin?
O, kendi güzelim yüzüne asik;
bundan baska bir fikre düsmek, kötü bir sey." Diyerek, kemal ve mahviyyetini (ileri derecede alçak gönüllülügünü) göstermistir.
Mevlana ile seyh Selahaddin,
on yil birbirleriyle adeta mest olarak görüsüp sohbet ettiler; ayrilik mahmurlugunu tadmadan, visal aleminde safalar sürdüler.
Nihayet seyh Selahaddin hastalandi
ve ebedi aleme göçtü (1259).
Çelebi Hüsameddin, vaktiyle
Konya'ya göçmüs bir soylu ailendendir ve dogum yeri Konya'dir (1225). Çelebi lakabini kendisine veren Mevlana'dir.
Gençliginin ilk yilarinda,
Ahilerin seyhi olan babasini kaybeden Çelebi Hüsameddin, zamanin bütün ulu kisileri ve seyhlerinden yakin alaka ve himaye
gördügü halde, bütün hizmetkarlari ve arkadaslariyla, Mevlana'nin terbiyesinde yetisip olgunlasmis, kamil insan olmustur.
Mevlana'nin Çelebi Hazretleri'ni
Kendisine Hemdem ve Halife Seçmesi
Mevlana, seyh Selahaddin'den
sonra kendisine hemdem ve halife olarak Çelebi Hüsameddin'i seçti ve dostlarina söyle dedi:
"Ona bas egin, önünde acizcesine
kanatlarinizi yere gerin! Bütün buyruklarini yerine getirin; sevgisini caninizin ta içine ekin.
O rahmet madenidir, Allah
nurudur." Mevlana'nin bu buyrugu üzerine, bütün dostlar ona itaat ettiler. Sultan Veled'in diliyle:
"Bütün dostlar, onun lutuf
suyuna testi kesildiler. sems'e ve seyh Selahaddin'e yapmis olduklari asagilik hareketlerden kurtulmuslar, edeplenmislerdi.
Haset etmeden çelebi Hüsameddin'e itaat ettiler."
Çelebi Hüsameddin on bes sene
Mevlana'nin serefli sohbetinde bulundu. Mevlana'dan sonra da dokuz sene irsad makaminda, Mevlana'nin postunda oturdu.
Mevlana, ancak Çelebi Hüsameddin'in
bulundugu mecliste rahat bulur, huzur duyar, cosup manalar saçar, hakikat ilminden bahisler açardi. Mevlana'ya göre, hakikatler
memesinden manalar sütünü emip çikaran Çelebi Hüsameddin'dir. Mesnevi'sinde bu manaya isaretle söyle der:
"Bu söz, can memesinde süttür.
Emen olmadikça güzelce akmiyor.
Dinleyen susuz ve arayici
olursa, va'zeden ölü bile olsa söyler.
Dinleyen yeni gelmis ve usanmamis
olursa dilsiz bile sözde bülbül kesilir.
Kapimdan içeri, na-mahrem
girince, harem halki, perde arkasina girer, gizlenir.
Zararsiz ve mahrem birisi
gelince de o kendilerini gizleyen mahremler, yüzlerindeki perdeyi açarlar.
Bütün güzel, hos ve yarasan
seyler, gören göz için yapilir. Çengir zir (en ince) ve bam (en kalin) nagmeleri, nasil olur da sagir kulak için terennüm
edilir?
Allah, miski beyhude yere
güzel kokulu yapmadi. Koku duyan için yaratti; koku almayan için degil."
iste islami tasavvuf edebiyatinin
en büyük didaktik saheseri olan Mesnevi'yi Çelebi hüsameddin, Mevlana'nin tükenmez bir hazineye benzeyen ruhundan çekip çikarmistir.
Mevlana'nin kirk yil samimiyetle hizmetinde, sohbetinde bulunan Sipehsalar, Risalesinde, Çelebi Hüsameddin'in degerini su
cümlelerle belirtiyor:
"Hakikatte Hudavendigar hazretlerimizin
tam mazhari Çelebi Hüsameddin idi ve bütün Mesnevi-i serif onun ricasi ile yazilmistir. Bütün tevhid ve ask ehli, kendilerine
bahsedilen mesnevi'nin yalnizca yazilmasi hususunda, kiyamete kadar Çelebi Hüsameddin'e tesekkür etseler, yine sükran borçlarini
ödeyemezler."
Mesnevi-i Ma'nevi'nin Yazilisi
Eflaki, Mesnevi'nin yazilip
tamamlanmasini anlattigi bahiste diyor ki:
"Mevlana Hazretleri, asil
kisilerin sultani Çelebi Hüsameddin'in cazibesi ile heyecanlar içerisinde Sema ederken, hamamda otururken, ayakta, sükunet
ve hareket halinde daima Mesnevi'yi söylemeye devam etti. Bazen öyle olurdu ki, aksamdan baslayarak gün agarincaya kadar birbiri
arkasindan söyler, yazdirirdi. Çelebi Hüsameddin de bunu süratle yazar ve yazdiktan sonra hepsini yüksek sesle Mevlana'ya
okurdu. Cilt tamamlaninca Çelebi Hüsameddin, beyitleri yeniden gözden geçirerek gereken düzeltmeleri yapip tekrar okurdu."
Bu sekilde dikkatlice 1259-
1261 yillari arasinda yazilmaya baslanilan Mesnevi, 1264- 1268 yillari arasinda sona erdi.
Hz. Mevlana'nin Baki Aleme
Göçüsü
Mevlana, Çelebi Hüsameddin
ile tam onbes sene güzel demler, hos sefalar sürdü. Bu müddet zarfinda bahtsizlarin fitne ve hücumundan uzak, huzur ve sürur
içinde yasadi. Dostlari onun cemalinin nuruna pervane olmuslardi. Mevlana, artik son anlarini yasadigini, özledigi ebedi cemal
alemine kavusacagini anlamisti. Ansizin hastalanip yataga düstü.
Mevlana'nin hastalik haberi
Konya'da yayildigi zaman ahali, sifalar dilemeye, gönlünü, duasini almaya geliyorlardi.
seyh Sadrettin (?- 1274) de
talebeleriyle birlikte Mevlana'ya geçmis olsun demeye geldi ve çok üzüldügünü beyan edip:
"Allah yakin zamanda sifalar
versin. Hastalik ahirette derecenizin yükselmesine sebeptir. Siz alemin canisiniz, insaallah yakin zamanda tam bir sihhate
kavusursunuz." Diye temennide bulundu. Bunun üzerine Mevlana:
"Bundan sonra Allah sizlere
sifa versin. Asikin masukuna kavusmasini nurun nura ulasmasini istemiyor musunuz.?"dedi. seyh Sadrettin, yanindakilerle birlikte
aglayarak kalkip gitti.
Mevlana, dostlarina ve aile
efradina, bu dünyadan göçecegine üzülmemelerini söylüyordu.; fakat onlar, bedenen de olsa, bu ayriligi kabullenemiyorlar,
aglayip inliyorlardi.
Mevlana'nin hanimi Mevlana'ya
hitaben:
"Ey Alemin nuru, ey ademin
cani! Bizi birakip nereye gideceksin?" diyerek agliyor ve ilave ediyordu.
Hüdavendigar Hazretleri'nin
dünyayi hakikat ve manalarla doldurmasi için üçyüz veya dörtyüz yillik ömrünün olmasi lazimdi."
Mevlana'da cavaben:
Niçin? Niçin? Biz ne Firavun
ve ne de Nemrud'uz, bizim toprak alemiyle ne isimiz var, bize bu toprak aleminde huzur ve karar nasil olur? Ben insanlara
faydam dokunsun diye dünya zindaninda kalmisim; yoksa hapishane nerede ben nerede? Kimin malini çalmisim? Yakinda Allah'in
sevgili dostunun, Hz. Muhammed (SAV)'in yanina dönecegimiz umulur." Dedi
Hz. Mevlana'nin Tavsiye Ettigi
Bir Dua
Mevlana son demlerinde iken,
dostu Siraceddin Tatari'yi yanina çagirarak, kendisine su duayi ögretmis ve sikintili zamanlarinda okumasini tavsiye etmistir:
"Ya Rabbi! Bana ne senin zikrini
unutturacak, sana sevkimi söndürecek, seni tesbih ederken duydugum lezzeti kesecek bir hastalik; ne de beni azdiracak, ser
ve kötülügümü artiracak bir sihhat ver."
Ey Merhamet edenlerin merhametlisi!
Merhametinle bu duami kabul
et.
Hz. Mevlana'nin Dostlarina
Tavsiye Ettigi Dua
Ya Rabbi!
Bana, ne senin zikrini unutturacak,
san sevkimi söndürecek , seni tesbih ederken duydugum lezzeti kesecek bir hastalik; ne de beni azdiracak, ser ve kötülügümü
artiracak bir sihhat ver.
Ey merhamet edenlerin merhametlisi
merhametinle duami kabul et.
Hz. Mevlana'nin Sabah Namazindan
Sonra Okuduklari Dua
Allah'im kalbimi nurlandir,
kulagimi nurlandir, gözümü nurlandir, saçimi nurlandir, derimi nurlandir, etimi nurlandir, kanimi nurlandir, önümü nurlandir,
ardimi nurlandir, altimi nurlandir, üstümü nurlandir, sagimi nurlandir, solumu nurlandir, Allahim! nurumu artir, bana nur
ver. Ey nurun nuru ey merhametlilerin merhametlisi Allahim merhametinle beni nur et.
Bu dua, ismi güzel, cismi
güzel, teni güzel, cani güzel, ruhu güzel, huyu güzel Efendimiz (Sallallahu Aleyhi Vesellem)'in dilindendir.
Hz. Mevlana'nin Vasiyeti
"Ben size, gizli ve aleni,
Allah'dan korkmanizi,
az yemenizi,
az uyumanizi,
az söylemenizi,
günahlardan çekinmenizi,
oruç tutmaya ve namaz kilmaya
devam etmenizi,
daima sehvetten kaçinmanizi,
halkin eziyet ve cefasina
dayanmanizi,
avam ve sefihlerle düsük kalkmaktan
uzak bulunmanizi,
kerem sahibi olan salih kimselerle
beraber olmanizi vasiyet ederim.
insanlarin hayirlisi, insanlara
faydasi dokunandir.
Sözün hayirlisi da az ve öz
olanidir.
Hamd, yalniz tek olan Allah'a
mahsustur.
Tevhid ehline selam olsun."
seb-i Arus
irfan ve sevgi günesi Mevlana,
5 Cemazelahir, 672 (17 Aralik, 1273) Pazar günü gurup vakti, bütün parlakligi ile, bütün güzellikleriye gülerek ebediyet aleminin
semasina dogdu. Mevleviler, o geceye seb-i Arus derler.
Hz. Mevlana'nin Cenaze Merasimi
Müslüman olan, müslüman olmayan,
küçük, büyük ne kadar Konyali varsa hepsi, Mevlana'nin cenaze merasimine katildi.
Müslümanlar, müslüman olmayanlari
sopa ve kiliçla savmaya çalisarak, onlara:
"Bu merasimin sizinle ne ilgisi
vardir? Bu din sultani Mevlana bizimdir, bizim imamimizdir," diyorlardi.Onlar da su cevabi veriyorlardi:
"Biz Musa'nin isa'nin , ve
bütün peygamberlerin hakikatini onun sözünden anlayip ögrendik. Kendi kitabimizda okudugumuz olgun peygamberlerin huy ve hareketlerini
onda gördük. Sizler nasil onun muhibbi müridi iseniz, bizde onun muhibbiyiz.
Mevlana Hazretleri'nin zati,
insanlarin üzerinde parlayan ve onlara iyilikte, cömertlikte bulunan hakikatler günesidir .Günesi bütün dünya sever. Bütün
evler onun buruyla aydinlanir.
Mevlana ekmek gibidir. Hiç
kimse ekmege ihtiyaç duymamazlik edemez. Ekmekten kaçan hiçbir aç gördünüzmü?"
Mevlana'nin vasiyeti üzerine
seyh Sadrettin, Mevlananin namazini kildirmak üzere niyetlendiginde dayamayip bayginlik geçirdi. Bunun üzerine namaza Kadi
Siraceddin imamlik etti.
Hz. Mevlana'ya Yesil Kubbe
Mevlana'ya, Yesil Kubbe denilen
Türbe, Sultan Veled ile Alameddin Kayser'in gayreti ve Emir Pervane'nin esi (Sultan II. Giyaseddin Keyhüsrev'in kizi) Gürcü
Hatun'un yardimlariyla Çelebi Hüsameddin zamaninda yapildi.
Türbenin mimari, Tebrizli
Bedreddin'dir.
Selimoglu Abdülvahid adli
bir sanatkar da Mevlana'nin kabri üzerine, selçuklu oymaciliginin saheseri olarak kabul edilen, büyük bir ceviz sanduka yapmistir.
Bu sanduka bugün, sultanü'l Ulema Bahaeddin Veled'in kabri üzerindedir.
Hz. Mevlana'nin Ölüm Hakkinda
Düsünceleri
"Ölüm günümde tabutum yürüyüp
gitmeye basladi mi, bende bu cihanin gami var, dünyadan ayriligima tasalaniyorum sanma; bu çesit süpheye düsme.
Bana aglama, yazik yazik deme.
seytanin tuzagina düsersem iste hayiflanmanin sirasi o zamandir.
Cenazemi görünce ayrilik ayrilik
deme. O vakit benim bulusma ve görüsme zamanimdir.
Beni kabre indirip birakinca,
sakin elveda elveda deme; zira mezar cennetler toplulugunun perdesidir.
Batmayi gördün ya, dogmayi
da seyret. Günese ve aya batmadan ne ziyan geliyor ki?
Sana batmak görünür, ama o,
dogmaktir. Mezar hapis gibi görünür ama o, canin kurtulusudur.
Hangi tohum yere ekildi de
bitmedi? Ne diye insan tohumunda süpheye düsüyorsun?
Hangi kova kuyu ya salindi
da dolu dolu çikmadi? Can Yusuf'u ne diye kuyuda feryad etsin?
Bu tarafta agzini yumdun mu,
o tarafta aç. Zira senin hayuhuyun mekansizlik aleminin fezasindadir."
"Kardes, mezarima defsiz gelme;
çünkü Allah meclisinde gamli durmak yarasmaz.
Hak Teala beni ask sarabindan
yaratmistir. Ölsem,çürüsem bile, benim yine o askim."
Ölümümüzden sonra mezarimizi
yerde aramayiniz. Bizim mezarimiz ariflerin gönlündedir.
Kaynak: HayNet
Hazirlayan: Muhammed Faruk
MEVLÂNA'NIN ESERLERİ
MESNEVİ
Mesnevî, klâsik doğu edebiyatında, bir şiir tarzının adıdır.
Sözlük anlamıyla "İkişer, ikişerlik" demektir. Edebiyatta aynı vezinde ve her beyti kendi arasında
ayrı ayrı kafiyeli nazım şekillerine Mesnevî adı verilmiştir.
Her beytin aynı vezinde fakat ayrı ayrı kafiyeli olması nedeniyle
Mesnevî'de büyük bir yazma kolaylığı vardır. Bu nedenle uzun sürecek konular veya hikâyeler şiir
yoluyla söylenilecekse, kafiye kolaylığı nedeniyle mesnevî tarzı seçilir. Bu suretle şiir, beyit
beyit sürüp gider.
Mesnevî her ne kadar klâsik doğu'şiirinin bir şiir tarzı ise de "Mesnevî"
denildiği zaman akla "Mevlâna'nın Mesnevî'si"gelir. Mevlâna Mesnevî'yi Çelebi Hüsameddin'in isteği üzerine
yazmıştır. Kâtibi Hüsameddin Çelebi'nin söylediğine göre Mevlanâ, Mesnevî beyitlerini Meram'da gezerken,otururken,
yürürken hatta semâ ederken söylermiş, Çelebi Hüsameddin de yazarmış.
Mesnevî'nin dili Farsça'dır. Halen Mevlâna Müzesi'nde teşhirde bulunan 1278
tarihli, elde bulunan en eski Mesnevî nüshasına göre, beyit sayısı 25618 dir.
Mesnevî'nin vezni : Fâ i lâ tün- Fâ i lâ tün - Fâ i lün'dür
Mevlâna 6 büyük cilt olan Mesnevî'sinde, tasavvufî fikir ve düşüncelerini, birbirine
ulanmış hikayeler halinde anlatmaktadır.
DİVAN-I KEBİR
Dîvân, şairlerin şiirlerini topladıkları deftere denir. Dîvân-ı
Kebîr "Büyük Defter" veya "Büyük Dîvân" manasına gelir. Mevlâna'nın çeşitli konularda söylediği şiirlerin
tamamı bu divandadır. Dîvân-ı Kebîr'in dili de Farsça olmakla beraber, Dîvân-ı Kebîr içinde az sayıda
Arapça, Türkçe ve Rumca şiir de yar almaktadır. Dîvân-ı Kebîr 21 küçük dîvân (Bahir) ile Rubâî Dîvânı'nın
bir araya getirilmesiyle oluşmuştur. Dîvân-ı Kebîr'in beyit adedi 40.000 i aşmaktadır. Mevlâna, Dîvân-ı
Kebîr'deki bazı şiirlerini Şems Mahlası ile yazdığı için bu dîvâna, Dîvân-ı Şems
de denilmektedir. Dîvânda yer alan şiirler vezin ve kafiyeler göz önüne alınarak düzenlenmiştir.
MEKTUBA T
Mevlâna'nın başta Selçuklu Hükümdarlarına ve devrin ileri gelenlerin.e
nasihat için, kendisinden sorulan ve halli istenilen diıü ve ilmi konularda ise açıklayıcı bilgiler vermek
için yazdığı 147 adet mektuptur. Mevlâna bu mektuplarında, edebî mektup yazma kaidelerine uymamış,
aynen konuştuğu gibi yazmıştır. Mektuplarında "kulunuz, bendeniz" gibi kelimelere hiç yer vermemiştir.
Hitaplarında mevki ve memuriyet adları müstesna, mektup yazdığı kişinin aklına, inancına
ve yaptığı iyi işlere göre kendisine hangi hitap tarzı yakışıyorsa o sözlerle ve o
vasıflârla hitap etmiştir.
Fİ Hİ MA Fİ H
Fîhi Mâ Fih "Onun içindeki içindedir" manasına gelmektedir.. Bu eser Mevlâna'nın
çeşitli meclislerde yaptığı sohbetlerin, oğlu Sultan Veled tarafından toplanması ile meydana
gelmiştir. 61 bölümden oluşmaktadır. Bu bölümlerden bir kısmı, Selçuklu Veziri Süleyman Pervane'ye
hitaben kaleme alınmıştır. Eserde bazı siyasi olaylara da temas edilmesi yönünden, bu eser aynı
zamanda tarihi bir kaynak olarak da kabul edilmektedir. Eserde cennet ve cehennem, dünya ve âhiret, mürşit ve mürîd,
aşk ve semâ gibi konular işlenmiştir.
MECÂLİS-İ SEB'A
(Yedi Meclis) Mecâlis-i Seb'a,
adından da anlaşılacağı üzere Mevlâna'nın yedi meclisi'nin, yedi vaazı'nın not edilmesinden
meydana gelmiştir. Mevlâna'nın vaazları, Çelebi Hüsameddin veya oğlu Sultan Veled tarafından not
edilmiş, ancak özüne dokunulmamak kaydı ile eklentiler yapılmıştır. Eserin düzenlemesi yapıldıktan
sonra Mevlâna'nın tashihinden geçmiş olması kuvvetle muhtemeldir. Şiiri amaç değil, fikirlerini söylemede
bir araç olarak kabul eden Mevlâna, yedi meclisinde şerh ettiği Hadis'lerin konuları bakımından tasnifi
şöyledir :
1. Doğru yoldan ayrılmış toplumların hangi yolla kurtulacağı.
2. Suçtan kurtuluş. Akıl yolu ile gafletten uyanış.
3. İnanç'daki kudret.
4. Tövbe edip doğru yolu bulanlar Allah'ın sevgili kulları olurlar.
5. Bilginin değeri.
6. Gaflete dalış.
7. Aklın önemi.
Bu yedi meclis'de, asıl şerh edilen hadislerle beraber, 41 Hadis daha geçmektedir.
Mevlâna tarafından seçilen her Hadis içtimaidir. Mevlâna yedi meclisinde her bölüme "Hamd ü sena" ve "Münacaat" ile başlamakta,
açıklanacak konuları ve tasavvufî görüşlerini hikaye ve şiirlerle cazip hale getirmektedir. Bu yol Mesnevî'nin
yazılışında da aynen kullanılmıştır.
Düşünceleri
Hz.Mevlânâ için ölüm, sevgiliye kavuşmaktır. Bir gazelinde ölüm hakkında şöyle der:
Öldüğüm
gün tabutum götürülürken, bende bu dünya derdi var sanma... Benim için ağlama, yazık, vah vah deme; Şeytanın
tuzağına düşersen, o zaman eyvah demenin sırasıdır, Cenâzemi gördüğün zaman firâk,
ayrılık deme, Benim kavuşmam, buluşmam işte o zamandır, Beni toprağa verdikleri
zaman, elvedâ elvedâ demeye kalkışma, Mezar, cennet topluluğunun perdesidir. Batmayı gördün değil
mi? Doğmayı da seyret, güneşle aya gurûbdan hiç ziyân gelir mi? Hangi tohum yere ekildi de bitmedi? Ne
diye insan tohumunda şüpheye düşüyorsun?
Hangi kova kuyuya salındı da dolu dolu çıkmadı?
Can Yusuf’u ne diye kuyuda feryad etsin?
Bu tarafta ağzını yumdun mu, o tarafta aç Zîrâ senin
Hayy u Hû’yun, mekânsızlık âleminin fezâsındadır.
Bir başka şiirinde de şöyle
der:
Kardeş, mezârıma defsiz gelme; çünkü Allah meclîsinde gamlı durmak yaraşmaz. Hak Teâlâ
beni aşk şarabından yaratmıştır. Ölsem, çürüsem bile ben yine o aşkım . Hz.Mevlânâ,
hayatı boyunca Kur’an hükümlerinin âdâbına riâyet ederek, Allah’ ın haram kıldığı
şeylerden çekinmiş; kendi ilmini, irfânını, benliğini, hâsılı tüm varlığını
Hz.Muhammed’in varlığında yok etmiş, gerçek takvâ sahibi bir şahsiyettir.
Mesnevî’nin
V.Cildinde şöyle der:
Şerîat muma benzer, yol gösterir; ele mum almadan yol alınmaz. Yoldan yürüyüp
gittin mi, bu gidişin, bu yürüyüşün tarîkattır. Ulaştın mı, gideceğin yere vardın
mı, maksadına eriştin mi, bu da hakîkattır... Şerîat bilgidir; tarikat iş, güç, kulluk; hakîkatse,
Allah’ a ulaşmaktır.
Şu rubâîsinde de Kur’an-ı Kerim ve Hz.Muhammed’e bağlılığını
apaçık ortaya koyar;
Men bende-i Kur’ânem, eger can dârem, Men hâk-i reh-i Muhammed-i Muhtârem, Ger
naklî koned cuz in kez ez guftârem, Bîzârem ez u vez an suhan bîzârem. Canım bedende oldukça Kur’ân’ın
kuluyum, Seçilmiş Muhammed’in yolunun toprağıyım, Birisi sözlerimden bundan başka söz
naklederse, O nakledenden de bezmişim ben, bu sözlerden de bezmişim. Hz.Mevlânâ’nın tasavvufu
hiçbir zaman bir bilgi sistemi yâhut hayâlî bir idealizm değildir. Onun tasavvufu irfân, tahakkuk, aşk ve cezbe
âleminde olgunlaşmadır. Gâye kulluk ve yokluktur.
O, hayatın bütün gerçeklerini kabûl eder. Miskinliği,
hayattan el-etek çekmeyi reddeder. Ona göre dünyâ, Allah’tan gâfil olmaktır, hayâtın gerçekleri değil...
Hz.Mevlânâ’nın tasavvufunda varlığın, yaratılışın, hayatın mânâsı
aşktır.
Aşk ise Allah’ın vasıflarındandır. O’ndan başkasına
âşık olmak da geçici bir hevestir. Yaratılışın sebebi, bütün hastalıkların tabîbi,
bencilliğin devası, elemlerin merhemi İlâhî Aşk’tır .
Hz.Mevlânâ’ya göre insan,
duygu ve düşüncelerden ibârettir. Bir şiirinde şöyle der:
Ey kardeş! Sen yalnız duyuş
ve düşünüşten ibâretsin, Geri kalanın ise sadece et ve kemiktir. Hz.Mevlânâ’nın kâinâtı
kucaklayan insan sevgisi ve hoşgörüsü, Allah’a olan hudutsuz aşkının ve Muhammedî feyze tam mazhâr
oluşunun tabîî netîcesidir.
O, Müslümanlığın üzerinde hassâsiyetle durduğu “insan yaratılmışların
en şereflisidir” düstûrunun şuuruyla insanları kucaklar, yaratılmışları âşık
olduğu yaratandan ötürü bir nefs mücâdelesine girmeden rahatlıkla hoş görür .
Hz.Mevlânâ’nın
tüm insanlara vasiyeti ile bu bölümü noktalıyoruz.
Ben size; Gizli ve âşikâr olarak Allah’tan
korkmanızı tavsiye ederim. Az yemenizi, az uyumanızı, az söylemenizi, Allah’ın buyruğuna
boyun eğmenizi, Kötülük etmemenizi, Oruca ve namaza devam etmenizi, Şehvetten uzak durmanızı,
İnsanlardan gelecek ezâya ve cefâya tahammül etmenizi, Mallarını beyhûde yere harcayanlarla, ayak takımı
ile oturup kalkmamanızı, Kerem sahibi ve sâlihlerle beraber olmanızı tavsiye ederim, İnsanların
en hayırlısı insanlara faydalı olandır. Sözün en hayırlısı da az ve öz olandır.
Hamd yalnız tek olan Allah’a mahsustur. Tevhîd ehline selâm olsun .
seçilmiş sözler
Gel, gel, ne olursan ol yine
gel,
İster kafir, ister mecusi,
ister puta tapan ol yine gel,
Bizim dergahımız,
umitsizlik dergahı değildir,
Yüz kere tövbeni bozmuş
olsan da yine gel...
Ben yaşadıkça Kur'an'ın bendesiyim
Ben Hz.Muhammed'in ayağının
tozuyum
Biri benden bundan başkasını
naklederse
Ondan da bizarım, o sözden
de bizarım, şikayetçiyim...
Ölümümüzden sonra mezarımızı
yerde aramayınız
Bizim mezarımız
ariflerin gönüllerindedir...
Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız
Bizim mezarımız
ariflerin gönüllerindedir...
Güneş olmak ve altın
ışıklar halinde
Ummanlara ve çöllere saçılmak
isterdim
Gece esen ve suçsuzların
ahına karışan
Yüz rüzgarı olmak isterdim...
Aklın varsa bir başka akılla dost ol da, işlerini danışarak yap...
Şu toprağa sevgiden
başka bir tohum ekmeyiz
Şu tertemiz tarlaya başka
bir tohum ekmeyiz biz...
Hayatı sen aldıktan sonra ölmek, şeker gibi tatlı şeydir
Seninle olduktan sonra ölüm,
tatlı candan daha tatlıdır...
Biz güzeliz, sen de güzelleş,
beze kendini
Bizim huyumuzla huylan, bize
alış başkalarına değil...
Bir katre olma, kendini deniz haline getir
Madem ki denizi özlüyorsun,
katreliği yok et gitsin...
Beri gel, beri ! Daha da beri
! Niceye şu yol vuruculuk ?
Madem ki sen bensin, ben de
senim, niceye şu senlik benlik...
Ya olduğun gibi görün,
ya göründüğün gibi ol...
|