HERMESÇİLİK HAKKINDA BAZI DEĞERLENDİRMELER
Gül-Haçlar’ın tam anlamıyla “küçük sırlar”ı fiili olarak
tamamlamayı başaran varlıklar olduğunu ve onlardan esinlenmiş olarak Gülhaççı inisiyasyonunun
da Hıristiyan Hermesçiliğine bağlanan özel bir şekil olduğunu daha önce söylemiştik. En son
olarak açıkladığımız şeye bunu yaklaştıracak olursak, Hermeşçiliğin genel
bir tarzda “krallık inisiyasyonu” olarak belirtilen şeyin alanına ait olduğu anlaşılabilecektir.
Bununla birlikte bu konuda yine bazı açıklamalar getirmek yararlı olacaktır, çünkü burada da birçok karışıklıklar
işin içine sokulmuştur. Bizzat “hermetizm” kelimesi çağdaşlarımızın çoğu
tarafından oldukça belirsiz ve muğlâk bir şekilde kullanılmaktadır. Bu konuda sadece gizlibilimcilerden
(occultistes) söz etmek istemiyoruz, onlar için mesele gayet aşikar ama aynı zamanda daha başkaları da
var; bunlar meseleyi daha ciddi bir tarzda incelemiş olmalarına rağmen belki de bir takım basmakalıp
fikirler nedeniyle, gerçekte neyin söz konusu olduğunu tam olarak anlamamış gibi gözüküyorlar.
Her şeyden önce belirtmek gerekir ki bu “hermétism” kelimesi Mısır kökenli
bir geleneğin söz konusu olduğunu gösterir. Bu gelenek daha sonraları, kuşkusuz İskender döneminde
Yunanlaşmış bir şekle bürünmüş ve Ortaçağda bu şekil altında hem İslam dünyasına
hem de Hıristiyan âlemine intikal etmiştir. Şunu da belirtelim ki Hıristiyan âlemine büyük ölçüde İslam
dünyası aracılığıyla geçmiştir1. Avrupalı hermetistler tarafından benimsenen çok sayıda Arapça ya da Arapçalaştırılmış
kelimeler bunu kanıtlamaktadır, örneğin “alchimie” kelimesi (el-kimya) ile bu işe başlanmıştır2. Bu adlandırmayı başka
geleneksel şekillere yaymak durum elverdiğince, örneğin İbrani ezoterizminden başka bir şeyi
“Kabala” diye adlandırmak tamamen yanlış olur3. Elbette bu, başka yerde bunun eşdeğeri yoktur demek değildir;
hatta simya (alchimie) denilen4 bu geleneksel bilim öylesine mevcuttur ki Hint, Tibet ve Çin öğretileri gibi öğretilerde bunun tam karşılığı
vardır, tabiî ki farklı ifade biçimleriyle ve doğal olarak oldukça farklı gerçekleştirme metotlarıyla
beraber; ama “hermetizm” adı daha telaffuz edilir edilmez, bununla net olarak belirlenmiş bir şekil
özellikle ve açıkça belirtilir, ki bunun geliş yeri Yunan ve Mısır’dan başka bir yer olamaz.
Gerçekten bu şekilde belirtilen öğreti bu yönüyle Hermes’e kadar götürülür, çünkü Hermes Yunanlar tarafından
Mısırlı Thoth ile özdeş olarak değerlendiriliyordu. Nitekim Thoth, geleneğin koruyucusu ve intikal
ettiricisi olarak üstlenmiş olduğu rolü içinde, eski Mısır papazlığının ya da daha
tam olarak söyleyecek olursak insan-üstü (supra-humaine) ilham prensibinin temsilinden başka bir şey değildir;
Thoth otoritesini bu prensipten alıyordu; o prensip adına inisiyatik bilgiyi formüle ediyordu ve kendinden sonrakilere
iletiyordu. Burada bu öğretinin tam olarak krallık inisiyasyonunun alanına ait olması gerçeğiyle
en ufak bir çelişki görmemek gerekir, çünkü her düzenli ve tam gelenek içinde esas öğretim fonksiyonu gereğince
her iki inisiyasyonu da dolaylı ya da dolaysız olarak eşit şekilde karşılaştıran papazlıktır
ve böyle bizzat krallık inisiyasyonunun gerçek meşruluğunu sağlayan da bunu üst prensibine sağlayan
da yine papazlıktır; aynı şekilde maddi iktidar da meşruiyetini ancak manevi/ruhani otoriteden alınmış
bir takdisten (consécration) çıkarabilir5.
Bunları söyledikten sonra ortaya çıkan temel soru şudur: “Hermesçilik”
adı altında devam eden şeye kendi içinde tam bir geleneksel öğreti teşkil eder şeklinde bakılabilir
mi? Bunun cevabı ancak olumsuzdur, çünkü burada metafizik nitelikte olmayan ama sadece kozmolojik nitelikte olan bir
bilgi söz konusudur: tabiî ki bu kelimeyi hem “makrokozmik” hem “mikrokozmik” çift anlamı içinde
anlamak gerekir, çünkü doğaldır ki her geleneksel kavrayış ve anlayış içinde bu iki bakış
açısı arasında her zaman sıkı bir uyum vardır. O halde İskender döneminden itibaren almış
olduğu ve o zamandan beri devamlı olarak korumuş olduğu anlamı içinde hermetizmin, “yeniden
adaptasyon” sıfatıyla da olsa Mısır geleneğinin bütününü temsil ettiğini kabul etmek mümkün
değildir. Çünkü bu, papazlığın bu gelenek içinde oynadığı ve bizim az önce hatırlattığımız
temel rol ile net olarak çelişebilir; daha doğrusu, her ne kadar kozmolojik bakış açısı orada
özellikle gelişmiş gibi gözükse de en azından şu an o konu hakkında birazcık da olsa kesin bir
şeyler bilmek hala mümkün olduğu ölçüde ve ister metinler söz konusu olsun ister anıtlar söz konusu olsun,
ondan arta kalıp devam eden bütün kalıntılar içinde her halükarda çok bariz şeyler olsa da yine unutmamak
gerekir ki bu bakış açısı ancak ikinci dereceden ve olağan bir bakış açısıdır
ve “orta âlem” diye adlandırabileceğimiz alemin, yani insani bireyliğin madde-dışı
(extra-carporel) uzantılarının ya da gelişimi tam anlamıyla “küçük sırlar”ı
ilgilendiren imkanların yer aldığı latif zuhur alanının bilgisine ilkeye özgü öğretinin
uygulanmasıdır6.
Mısır geleneğinin bu kısmının nasıl oldu da adeta tecrit edilmiş
bir halde bulunduğunu ve aşikarane bağımsız bir tarzda korunduğunu sonra da Ortaçağ’da
İslam ezoterizmine ve Hıristiyan ezoterizmine dahil olduğunu (zaten kendi başına tam bir öğreti
olamazdı), öyle ki her birinin gerçekten bütünleştirici bir parçası haline geldiğini araştırmak
çok ilginç ama kuşkusuz bir o kadar da zor olabilir; bu onlara öyle bir sembolizm sağlamıştır ki
bu sembolizm bir konum değiştirmeyle, daha yüksek nitelikteki hakikatlere bazan vasıta görevi görebilmiştir7. Biz burada çok karışık
tarihsel değerlendirmelere girmek istemiyoruz; bu özel meselenin oluşumu ne olursa olsun şunu hatırlatacağız:
Kozmolojik alana ait ilimler gerçekten, geleneksel uygarlıklarla Kshatriyaslar’ın* ya da onların eşdeğerlerine
özellikle özgü olan ilimlerdir, oysaki saf metafizik daha önce dediğimiz gibi Brahmanlar’a özgü bir ilimdi. İşte
bunun içindir ki Kshatriyaslar’ın Brahmanlar’ın ruhani otoritesine karşı geliştirdikleri
bir başkaldırının etkisiyle bazan tamamlanmamış, eksik kalmış, aşkın prensiplerinden
ayrılmış bu ilimlere indirgenmiş geleneksel akımların oluştuğu görülebilmiştir;
ve hatta yukarıda da belirttiğimiz gibi bu akımlar “natüralist” yöne sapmışlardır
ve metafiziği inkar etmişlerdir, ayrıca fizik ilminin8 bağımlı özelliğini hor görmüşlerdir; (daha önce yapmış
olduğumuz açıklamaların da bunu yeterince anlatması gerektiği gibi, zaten bu iki şey birbirine
sıkı sıkıya tutunmaktadır); ayrıca her inisiyatik öğretinin temelde papazlıkla ilgili
kökeni ve hatta çok özel olarak Kshatriyaslar’ın kullanımına yönelik öğretimi de hor görmüşlerdir.
Bu hermetizm kendi içinde böyle bir sapma teşkil eder ya da ne olursa olsun gayri meşru bir şey içerir demek
değildir kesinlikle; böyle bir durum onun hiç kuşkusuz sahih geleneksel şekillere katılmasını
imkansız kılar; ama şunu kabul etmek gerekir ki hermetizm bizzat tabiatı itibariyle oldukça kolay bir
şekilde oraya katılabilir, yeter ki bu sapmaya elverişli şartlar ortaya çıksın, 9 kısacası daha genel bir
tarzda, bütün geleneksel bilimler tehlikesi de buradadır, adeta bu bilimler kendileri için geliştirildiklerinde,
ki bu durum onların esas ilkeye bağlanmalarını gözden kaybetmeye yol açar. Hermesçiliğin adeta “tekniği”
olarak tanımlanabilen Simya gerçekten “krallara özgü bir sanat”tır, eğer bu terimle daha özel bir
tarzda Kshatriyaslar’ın tabiatına uygun bir inisiyasyon şekli kastedilirse; 10 ama bu da düzenli bir şekilde kurulmuş
olan bir geleneğin bütünlüğü içinde onun tam ve doğru yerini kesin olarak belirtir; ayrıca inisiyatik
bir gerçekleşmenin vasıtalarını, bunlar ne olursa olsun, her zaman için kesinlikle saf bilgi olan gayesiyle
karıştırmamak gerekir.
Diğer yandan bazan hermetizmle “büyü” arasında kurulmaya çalışılan
belli bir benzerlikten de son derece sakınmak gerekir; o zaman “büyü”yü her zaman alışılan
anlamından oldukça farklı bir anlamda ele almak istense bile, bu dahi sonuçta bir dili kötüyü kullanmadır ve
daha ziyade can sıkıcı bir çok karışıklıklar meydana getirebilir. Kendi özel anlamı
içinde büyü, daha önce bunu genişçe açıkladığımız gibi geleneksel bilginin bütün uygulamaları
arasında gerçekten en alt düzeydeki uygulamalardan sadece biridir. Ayrıca olağan şeyler olsa bile, yine
de gerçekte epeyce yüksek düzeyde olan şeyler söz konusu olduğunda büyü fikrini çağrıştırmanın
en ufak bir yararı olmayacağını düşünüyoruz. Kısacası, yine de burada yanlış
uygulanan basit bir terminoloji meselesinden başka bir şey de olabilir: Bu “büyü” kelimesi, çağımızda
bazı kimseler üzerinde büyük tuhaf bir etki bırakmaktadır ve daha önce de belirttiğimiz gibi böyle bir
bakış açısına verilen üstünlük, sadece niyet olarak bile olsa, metafizik prensibinden ayrılmış
olan geleneksel bilimlerin bozulmasıyla da bağlantılıdır. Kuşkusuz esas tehlike de buradadır;
bu tür bilimlerin yeniden teşkil edilmesi ya da diriltilmesiyle ilgili her girişim bu tehlikeye maruz kalabilir
ve eğer gerçekten bütün açılardan başlangıç sayılan şeyle yani bizzat prensiple işe başlanılmazsa
bu tehlike her zaman söz konusudur; bu prensip aynı zamanda bir gayedir, geriye kalan her şey normal olarak bu gaye
uğruna düzenlenmelidir.
Üzerinde ısrarla durulması gereken bir diğer nokta da gerçek simyanın tam anlamıyla
“batıni” mahiyetidir; ki en dolaysız uygulaması içinde ele alındığı zaman,
o tamamen psişik alana aittir, daha üst bir anlamı içine taşındığı zaman ise ruhani alana
aittir; işte inisiyatik bakış açısından gerçekten onun bütün değerini ortaya koyan da burasıdır.
Bu simyanın, kelimenin bugünkü anlamı içinde herhangi bir kimyanın maddi işlemleriyle kesinlikle hiçbir
ilişkisi yoktur. Hemen hemen bütün modernler, hem kendilerini simyanın savunucuları olarak konumlandırmak
isteyenler, hem de oların aksine simyanın aleyhinde bulunanlar, tuhaf bir şekilde bu konuda yanılmışlardır.
Bu yanılgı birinci kesimde yani simyanın savunucuları olduklarını iddia edenlerde ikinci kesimdeki
yani aleyhte bulununlar nezdinde olduğundan daha az mazur görülebilir, çünkü ikinci kesimdekiler en azından herhangi
bir geleneksel bilgiyi ellerinde bulundurduklarını hiçbir zaman ileri sürmemişlerdir. Bununla birlikte eski
hermetistlerin hangi terimlerle “üfleyiciler” ve “kömür yakıcılar”ından söz ettiklerini
görmek de oldukça kolaydır; şu an ki kimyacıların gerçek öncülerini de bunlarda görmek gerekir, gerçi
bu onlar için o kadar da hoşa giden bir şey değildir. Ayrıca XVIII. Yüzyılda bile Pernety gibi bir
simyacı her fırsatta “hermetik felsefe” ile “bayağı kimya” arasındaki farkın
altını çizmekten geri kalmaz. Böylece geleneksel bilimlere nispetle din dışı bilimlerin sahip olduğu
“kırıntı” özelliğini göstererek bir çok defa söylediğimiz gibi (ama bunlar çağdaş
zihniyete öylesine yabancı meselelerdir ki hiçbir zaman o noktaya gelmezler) modern kimyanın doğuşuna
yol açan şey kesinlikle simya değildir hatta onunla hiçbir gerçek ilişkisi dahi yoktur; ayrıca bazı
çağdaş gizlibilimciler tarafından tasavvur edilen “yüksek kimya” (hyperchimie) ile de bir ilişkisi
yoktur; 11 sembollerin
gerçek anlamına herhangi bir şekilde nüfuz etmekten aciz ve herhangi bir inisiyatik nitelikten yoksun olan din dışı
insanların anlayışsızlığından kaynaklanan bir bozulma ya da sapmadır bu sadece; bu
kimseler, kullanılan kelimelerin en dış ve en avami anlamına göre her şeyi harfi harfine almışlardır
ve daha sonra bütün bunlarda sadece bir takım maddi işlemlerin söz konusu olduğuna inanarak, az ya da çok düzensiz
ve her halükarda bir çok bakımdan pek faydası olmayan bir dizi tecrübelerin içine atılmışlardır. 12 Aynı şekilde Arap âleminde
maddi simyaya genellikle fazla itibar edilmemiştir, hatta bazan bir nevi büyücülükle bir tutulmuştur, oysaki buna
karşılık çoğu zaman “Kimya-yı Saadet” adıyla belirtilen “deruni” ve
“manevi” simyaya çok değer verilmiştir. 13
Ancak bu avamın / halkın gözünde simyayı temsil eden, metallerin nitelik değiştirmesi
ihtimalini bunun için inkâr etmek gerekir demek değildir. Ama bunları da layık oldukları tam yere oturtmak
gerekir; bunların önemi, bir takım “bilimsel” deneyimlerin öneminden daha büyük değildir; ayrıca
tamamen farklı nitelikteki bir takım şeyleri de birbirine karıştırmamak gerekir; çok basit olarak
din dışı kimyadan çıkan bir takım yöntemlerle niçin böyle nitelik değişimlerinin olamayacağı
da a priori olarak pek anlaşılmaz (ve esasında az önce değinmiş olduğumuz “yüksek kimya”
bu tür bir girişimden başka bir şey değildir.) 14 Bununla birlikte meselenin bir diğer yönü daha vardır: “Makrokozm”
(Büyük Evren) ile “Mikrokozm”un (Küçük Evren) benzerlik ilişkisi gereğince bazı deruni hallerin
gerçekleştirilmesini başaran varlık, zahiri olarak da mukabil sonuçlar ortaya çıkarabilir. O halde rahatlıkla
kabul edilebilir ki “deruni” simyanın uygulamasında belli bir dereceye ulaşmış olan kimse
pekala bazı metallerin nitelik değiştirmesini ya da bu türden daha başka şeylerin olmasını
da gerçekleştirebilir, ama bu tamamen rastlantısal bir sonuç olarak ve sözüm ona maddi simyanın yöntemlerinden
hiçbirine başvurmaksızın ama sadece bizzat kendinde taşıdığı enerjilerin dışarıya
bir nevi yansıması yoluyla olabilir. Zaten burada ortaya konulması gereken esas bir fark vardır ki o da
şudur: Bütün bunlarda sadece psişik nitelikteki bir eylem yani insani bireylik alanına ait manevi / latif (subtiles)
etkilerin kullanımı söz konusu olabilir ve o zaman, eğer deyim yerindeyse maddi simya, ama sözde simyanın
vasıtalarından tamamen farklı vasıtalarla işleyen bir maddi simya söz konusu olabilir; ya da daha
yüksek bir gerçekleşme derecesine ulaşmış olan bir varlık için, gerçek manevi etkilerin zahiri bir
eylemi söz konusu olur. Tıpkı dinlerdeki “mucizeler”de meydana gelen ve az önce hakkında bazı
şeyler söylediğimiz eylem gibi. Bu iki durum arasında “teurji”yi (théurgie) (meleklerin ve gök
varlıklarının aracılığıyla sağlandığı ileri sürülen büyücülük. Çev.)
büyücülükten ayıran farka benzer bir fark vardır (ama bunu bir kez daha söylüyoruz burada tam olarak bir büyü söz
konusu değildir, öyle ki biz bunu sadece bir benzerlik olarak belirtiyoruz) çünkü bu fark sonuçta manevi alanla psişik
alan arasındaki farktır. Her ne kadar birinden ve diğerinden ortaya çıkan sonuçlar bazan aynı ise
de onları meydana getiren sebepler tamamen ve derin bir şekilde farklıdır. Ayrıca şunu da ilave
edeceğiz: Zaten bu tür güçlere15 gerçekten sahip kimseler, halkı hayrete düşürmek için o güçleri kullanmaktan özenle kaçınırlar
ve hatta genellikle o güçleri hiç kullanmazlar, en azından yaptıkları eylemin başka değerlendirmelerle
meşru görüleceği bazı özel durumlar dışında kullanmazlar.
16
Ne olursa olsun asla gözden kaybedilmemesi gereken ve gerçekten inisiyatik öğretinin bizzat
temelinde yatan şey şudur: Bu isme layık her gerçekleşme, zahiri planda hangi çeşitten olursa olsun
bir takım yan etkileri olsa bile esas olarak deruni niteliktedir. İnsan onun prensiplerini ancak kendinde bulabilir,
bunu yapabilir, çünkü insan var olan her şeyin karşılığını kendinde taşımaktadır.
Çünkü unutmamak gerekir ki İslam ezoterizmindeki bir formüle göre “İnsan Evrensel Varoluşun Sembolüdür.” 17 Ayrıca, eğer insan kendi
varlığının merkezine kadar nüfuz etmeyi başarırsa, o zaman toplam bütünsel bilgiye de üstelik
içermiş olduğu her şeyle birlikte kavuşur: “Kim kendi nefsini tanırsa, o zaman Rabbini de tanır” 18, o zaman İlke’nin Yüce
Birliği’ndeki her şeyi tanır. Hiç kuşkusuz her hakikat “çok yüksek düzeyde” O’nda
bulunmaktadır.
René Guénon
Türkçesi: Mahmut Kanık
Dipnotlar:
(1): Gül-Haççılığın bizzat kökeninde İslam ezoterizmiyle olan ilişkileri
hakkında söylediğimiz şeylere bunu da yaklaştırmak gerekir.
(2): Bu kelime şekil itibariyle Arapçadır ama kök itibariyle değil. Muhtemelen eski
Mısır’a verilen Kemi ya da “siyah toprak” isminden türemiştir; ki bu söz konusu olan şeyin
kökenini de göstermektedir.
(3): Kabala kelimesinin anlamı “Gelenek” kelimesininkiyle tamamen aynıdır;
ama bu kelime İbranice olduğundan, İbraniceden başka bir dil kullanıldığı zaman, bunu
özellikle ait olduğu geleneksel şekilden başka geleneksel şekillere uygulamamanın hiçbir nedeni yoktur;
ayrıca bu bir takım karışıklıklara da yol açabilir. Aynı şekilde Arapça Tasavvuf kelimesi
de hangi geleneksel şekil içinde olursa olsun ezoterik ve inisiyatik bir özellik arz eden her şeyi belirtmek için
ele alınabilir ama bir başka dil kullanıldığında köken itibariyle ait olduğu İslami
şekil içinde onu korumak uygun düşer.
(4): Şimdiden itibaren belirtelim ki tam olarak ve basit olarak simya (alchimie) ile hermetizmi
birbirine karıştırmamak ya da özdeşleştirmemek gerekir; tam olarak söyleyecek olursak hermetizm bir
öğretidir, simya ise onun sadece bir uygulamasıdır.
(5): Karşılaştırınız: Ruhani Otorite ve Maddi İktidar, 2. Bölüm.
René Guénon
(6): Kozmolojik bakış açısı elbette maddi zuhur bilgisini de kapsar, ama onu
özellikle latif zuhura ve doğrudan ilkesine bağlandığı müddetçe ele alır; bu ilkesinde modern
fiziğin din dışı bakış açısından tamamen ayrıdır.
(7): Mademki üst ve gerçekten aşkın bir prensiple olan bağ kopmamıştır,
o halde böyle bir konum değiştirme gerçekten her zaman mümkündür; ayrıca biz bizzat hermesçilikle ilgili “Büyük
Eser”e kendi bütünlüğü içinde inisiyatik sürecin bir temsili olarak bakılabileceğini söyledik; ancak
o zaman kendi içinde başka alandaki herhangi bir şeye temel teşkil edebildiği sürece ondan söz edilebilir,
tıpkı şunun gibi: Geleneksel zahircilik bizzat inisiyatik bir şeklin temeli olarak ele alınabilir.
*Kshatriyaslar:
Hindu tradisyonundaki krallık inisiyelerine ve Brahmanlar ise Papazlık inisiyelerine verilen addır…es’semavi.
(8): Doğaldır ki biz burada bu kelimeyi eski ve tamamen etimolojik anlamında ele
alıyoruz.
(9): Böyle şartlar özellikle Batıda, Ortaçağ’dan modern zamanlara geçişi
belirten dönemde ortaya çıkmıştır; ve bu durum Rönesans dönemi sırasında yukarıda belirttiğimiz
bu tür sapmaların ortaya çıkmasını ve yayılmasını açıklamaktadır.
(10): “Krallık sanatı’nın tam olarak tekabül ettiği inisiyasyonun
bir uygulaması olduğunu söyledik; ama simya gerçekten öğretinin uygulanması özelliğine sahiptir.
İnisiyasyonun vasıtaları, adeta “aşağı inen” bir bakış açısına
yerleştirerek ele alınacak olursa, kuşkusuz bizzat inisiyasyonun prensibinin bir uygulamasıdır, oysaki
tersinden yani “yukarı çıkan” bakış açısından ele alındığında,
vasıtalar prensibe giriş yapma imkanı veren bir “destek”tir.
(11): “Bilimsel” denilen modern astroloji gerçek geleneksel astrolojiye göre ne ise
bu “yüksek kimya” da simyaya göre aşağı yukarı odur. (Karşılaştırınız:
Niceliğin Egemenliği ve Çağın Alametleri, 10.Bölüm R.Guénon)
(12): Şurada ya da burada bu tür sözüm ona simyacılar hala mevcuttur; ve biz onlardan
bazılarını hem Doğuda hem de Batıda tanıdık. Ama şunu temin edebiliriz ki hayatının
tümünü adayabileceği araştırmalara sarf edilen olağanüstü birikimle ilişkili olarak birazcık
da olsa herhangi bir sonuç elde edebilen birine hiçbir zaman rastlamadık.
(13): Özellikle İmam-ı Gazali’nin “Kimya-yı Saadet” adında
bir kitabı vardır.
(14): Bu bağlamda hemen şunu hatırlatalım ki din dışı bilimlerle
elde edilen pratik sonuçlar, bir şekilde bizzat bu bilimlerin bakış açısını haklı çıkaramaz
ve meşru kılamaz; ayrıca bu bilimler tarafından formüle edilen teorilerin değerini de ispatlayamazlar;
gerçekte o sonuçların o bilimlerle tamamen “tesadüfi” bir ilişkisi vardır.
(15): Burada bu “güçler” kelimesi suiistimal olmaksızın kullanılabilir,
çünkü insani varlık tarafından elde edilen deruni bir durumun sonuçları söz konudur.
(16): Burada belirttiğimiz şeyler hakkında İslam geleneğinde çok net örnekler
bulunur, şöyle ki: Rivayet edilir ki Seyyidina Ali, bütün yönleriyle simya hakkında mükemmel bir bilgiye sahipti,
metallerin dönüşümü gibi zahiri sonuçların ortaya çıkması da buna dahil ama onların kullanımını
en ufak da olsa daima reddetmiştir. Diğer yandan rivayet edilir ki Seyyidi Ebu’l Hasan eş-Şazili,
İskenderiye’deki ikameti sırasında Mısır Sultanının isteği üzerine çok büyük
miktardaki adi metalleri o sırada Sultanın çok ihtiyaç duyduğu altına dönüştürmüştür; ama o
bunu hiçbir maddi simya işlemine ne de psişik nitelikteki bir vasıtaya başvurmaksızın yapmıştır;
sadece sahip olduğu “Bereket”in ya da manevi etkinin gücüyle yapmıştır.
(17): El-insanü remzü’l-vücud (insan varoluşun sembolüdür.)
(18): Bu daha önce zikretmiş olduğumuz hadis-i şeriftir. Men arefe nefsehu fekad
arefe rabbehu. (Kim kendi nefsini tanırsa, o zaman Rabbini de tanır)
Bu yazı René Guénon’un “İnisiyasyona Toplu Bakışlar-II” (Hece
Yayınları. Kasım 2003) adlı eserinden dipnotları yeniden rakamlandırılarak alınmıştır.